10 Kasım Aziz Arsenios
Çok aziz olan Peder Arsenios, 1840 dolaylarında, Kapadokya’nın, Farasa bölgesinin altı Hristiyan köyünden olan Farasa veya Varasyo kasabasında dünyaya geldi. Ebeveyni fazilet itibariyle zengin olup, dünya malı açısından ise orta halliydiler… Bunların iki oğulları olmuşu. Ancak bunlar küçük yaşta daha, önce babalarını sonra da annelerini kaybettiler. Bunlara, Farasa’da yaşayan teyzeleri baktı. Bir gün, büyük oğlan Vlasios küçük olan Theodoros’u (daha sonra Arsenios adını aldı) kandırarak, babalarının tarlasına gittiler. Tarla, Evkasis sel yatağının yanında idi. Sel yatağını geçmeye çalıştıkları anda, Theodoros’u su sürüklemeğe başladı. O anda Vlasios, ağlayarak Ay Yorgi’ye yalvarmaya başladı ki onun da küçük kilisesi orada yakınındaydı. Vlasios ağlayarak Azizden yardım istediği anda, ansızın Theodoros’u yanında gördü, ki sevinerek, bir atlı, hani bir keşiş gibi, onu selden yakaladı, atına aldı ve onu dışarı çıkardı. O andan sonra, Theodoros da keşiş olacağını söylüyordu.
Theodoros biraz büyüdüğü zaman, teyzesi onu Farasa’dan Niğde’ye tahsil için gönderdi. Orada öğretmen olan halası da kalıyordu, ki ona o bakacaktı. Niğde’de tahsilini bitirdiği zaman, öğretmen halası onun zeki olduğunu gördüğü için, İzmir’de kalan akrabalarıyla anlaşarak, orada tahsiline devam etmesini istediler.
İzmir’de, Yunanca ve kilise derslerinden başka, Ermenice ve Türkçe de öğrenmenin yanında bir de biraz Fransızca öğrendi. Öğrenimini bitirdikten sonra, yeniden Farasa’ya döndü. Orada teyzesiyle ve Niğde’deki halasıyla vedalaştıktan sonra Kayseri’ye gitti. Aşağı yukarı yirmi altı yaşlarında olduğu bir zamanda, Timiu Prodromu’nun İera Moni Flaviyanon (Zinci Dere) manastırına gidip keşiş oldu ve Arsenios adını aldı.
Ne yazık ki, Arsenios sükûnetinin tadını pek çıkaramadı. Çünkü o zamanlarda, öğretmen sıkıntısı ve ihtiyacı vardı. Korçınoğlu’nun dediklerine göre, daha hayatta olan Metropolit 2.Paisios, onu diyakoz yaptı ve onu Farasa’daki terk edilmiş çocuklara ders yapmak için yolladı.
Vatanına gelen, artık diyakoz Arsenios, ilâhî bir merakla, cahilliğin karanlığını kovmak için, eğitim işine başlıyor. Takriben otuz yaşına kadar, bir diyakoz olarak ders veriyordu. Sonra, Kayseri’de papaz oldu. Orada arhimandrit makamına ve günah çıkarma papazlığına yükseldi. Ondan sonra da Kayseri’den önce hac için Kutsal Yerlere (Kudüs) gitti, devamında yine Farasa’ya döndü. O zamandan sonra, Farasa’lılar ona “Hacı Efendi” demeye başladılar.
O günden sonra, onun manevî faaliyeti daha da büyümeğe başladı ve her tarafa yayıldı… Korkan Hristiyanların inançlarına bağlı kalmalarına daha çok yardımcı olan, sadece onun kuvvetleştirici sözleri değil de, gördükleri Peder Arsenios’un tarafından yapılan harika işlerdi. Çünkü, onda Allah’ın lütfu bol olup, sadece acı çeken insanların ruhlarını tedavi etmekle kalmıyor, onların bedenlerini de iyileştiriyordu. Gerçek olan şu ki, Peder geçtiği yerde, ona okuması için getirilen hastanın Müslüman mı yoksa Hristiyan mı olduğunu hiçbir zaman incelemezdi. Sadece hangi hastalıktan hasta olduğunu sorar, ki ona göre dua yapsın diye. Allah’ın inayetiyle, bir hastayı iyileştirdiğinde, Türkler, Ortodoksluğumuzun büyük değerini anladılar ve saygı duyarlardı.
Peder Arsenios’un eşkâli şöyleydi:
Uzun boylu, 1,80 m boyundaydı. Çok spor yaptığından sağlam yapılıydı. Çok kıllıydı, sakalı çok sık ve uzundu. Kaşları sık ve kabarık. Alnı da parlaktı. Gözleri mavi ve büyüktü. Yüzü de uzundu. Yanakları çukurca olup onları sık sakalı örtüyordu. Gözlerinin altında iki kemik olgun ayva renginde görünüyordu. Bunlar, dış, bedensel insanın eşkâliydi. Bu insanın iç eşkâli de, küçüklüğünden beri kendini her zaman büyük göstermek isterdi. Devamında da onu herkes ihtiyar (basiret ve öngörülükte) addediyordu.
Allah’ın mübarek insanı, Hacı Efendi’nin, Allah’tan lâyıkıyla aldığı tedavi edici, mucizevî ve diğer yeteneklerinden başka, bir de öngörü yeteneğine sahipti. Böylece, seneler öncesinden, Allah’tan bilgilendirilmiş olarak, Yunanistan’a gideceklerini ve Farasa’lılara fazla açılmamalarını, yol için bir şeyler biriktirmelerini söylüyordu… Nüfus değişimi olmadan evvel, Peder diyordu: “Yunanistan’a gittiğimiz zaman, köyümüz Yunanistan’ın birçok yerine dağılacak. Karman çorman olacak”. Nitekim kendisi için de diyordu: “Ben Yunanistan’da sadece kırk gün yaşayacağım ve bir adada öleceğim”. Gerçekten de her şey öyle oldu.
Farasa’dan kaçış, 14 Ağustos 1924’te oldu. Peder Arsenios, iyi bir çoban gibi, kaçırılmış olan sürüsünü yakından takip etti. Onun aziz siması, erdem ve teselli dağıtıyordu. Gemi içerisinde, her aile bir demet bağ dalları olup, sevgi dolu Peder de onlara gereken sevgiyi ve özeni gösteriyordu. Bazılarının, onlara yapılan yemekten yemeyip aç kaldıklarını gördüğünde çünkü onlar oruç yemekleri değillerdi, (hayvan yağıyla yapılmışlardı), diyordu: “Şimdi oruçlara bakmayın, kazan ne çıkarıyorsa onu yiyiniz. Yerleştiğiniz zaman, o vakit yine oruçlarınıza başlayınız”. O da kucağından bir arpa ekmeği çıkarıp onlara arkadaşlık ederken, dedi: “Siz bana bakmayınız, çünkü ben keşişim”.
Birçok sıkıntıdan sonra, gemi Agios Georgios Pireos’a vardı. Sevinç içerisinde, o büyük günü de kutladılar. O gün, Kutsal Haç’ın yükseltiliş günüydü, 14 Eylül 1924 (eski takvim). Devamında, geçici olarak, Kerkira’ya, Kerkira’daki kaleye geçici olarak yerleştiler. Ancak, orada, güzel Hacı Efendi rahatsızlandı ve kendisi istemediği halde, Farasa’lılar onu şehrin devlet hastanesine götürdüler. Peder, onlardan hiçbir biçimde ayrılmak istemezdi. Ancak, onlar onu dinlemediler. Öyle sanıyorlardı ki, hastanede göreceği tedavi ile iyileşecek ve yine onların yanında olacak. Her ne kadar çok kere daha önceden onlara söylemiş olsa da: “Yunanistan’da sadece kırk gün yaşayacağım…” Bütün olarak, Kerkira kalesinde iki hafta, hastanede bir hafta, ki orada onu Farasa’lılar tedirginlikle ziyaret ediyorlardı.
Ölümünden iki gün evvel, diğerlerinin ayrılıp da, müezzini Prodromos’la yalnız kaldığında, Peder ona dedi: “Prodromos efendi, gel vedalaşalım! Çünkü öbür gün öteki dünyaya gidiyorum. Dün öğle vaktinde Meryem ana geldi ve bana bunu söyledi. Sonra da beni Aynaroz’da gezdirdi ve oradaki manastırları gördüm. Ne kadar da onları görmek isterdim. Ancak bu zamana kadar olamamıştı. Sana ne anlatayım ki, Prodromos bey! Ne çok manastır var Aynaroz’da! Ne büyük ibadethaneler! Ne ihtişam!” Bunlardan sonra da ona diyor: “Sekiz gün sonra hanımın Kiryaki ölecek, sakın üzülmeyesin. Stefanos Karamuratidis’in hanımı Almalu da, on üç gün sonra ölecek”.
Gerçekten de öyle oldu. Kendi “iki” günü geçip “öbür günü”n gidişi geldiğinde, Allah’ın gerçek kulu Peder Arsenios, daha önce komünyon aldıktan sonra, gerçek hayata, İsa Mesih’in yanına gitti. O anda hiçbir Farasa’lı yoktu.
Kerkira mezarlığında, diğer vefat etmiş olan papazlarla defnedildi. Peder Arsenios, yeni bayram takvimine göre, 10 Kasım 1924 tarihinde vefat etti. Eskiye göre 28 Ekimde. Seksen üç yaşındaydı.
Aziz naaşının mezardan çıkarılışı, otuz dört yıl sonra, Ekim 1958 yılında, merhum Aynaroz keşişi Rahip Paisios tarafından yapıldı. Peder Arsenios’un aziz naaşını Konitsa’ya, nakletti. Orada ailesi kalıyordu. Aziz naaşının nakli hakkında kendisi diyor ki:
“1970 yılında, Peder Arsenios’un aziz naaşını, Konitsa’dan Thessaloniki’nin Suroti kasabasında bulunan, yeni yapılmış Aziz Ilahiyatçı Yuhanna’ya adanmış kadın manastırına kendim naklettim”. Orada, onun adına yeni yapılmış manastırın yanı başında, kilise çan kulesine yakın, merhum Rahip Paisios’un naaşı ile mezarı bulunmaktadır. Rahip Paisios bu manastırın manevi babasıydı.
1970 yılından beri, peder Arsenios, inançlı insanlara görünmeye ve devamında da mucizeler yaratmaya başladı. O günden bugüne kadar, birçok kişi, onun yardımını inançla ve saygıyla dilediklerinde, onun tarafından birçok hastalıklardan tedavi edilmişlerdir. İmanlı halkın Türklerin dahil vicdanında, Peder Arsenios aziz bir kişiydi. Ta Farasa’da yaşadığı yıllardan beri yaptığı mucizelerle ve tedavi ettiği hastalıklardan dolayı…
11-2-1986 yılında, Ekümenik Patrikhane’nin Patrik ve Sinod kararıyla, Peder Arsenios resmen de aziz olarak tanındı ve İsa Mesih’in kilisesinin azizler topluluğuna dahil edildi. O zamandan bugüne kadar, kilisemizin bütün azizleri gibi, o da, kilisenin bütün cemaati tarafından, ilâhîlerle ve dinî ayinlerle şereflendiriliyor.