/ Azizlerimizin hayat hikayeleri / 9 Mayıs Simonopetralı Aziz Yeronimos

9 Mayıs Simonopetralı Aziz Yeronimos



(1871–6 Ocak 1957)

9 Mayıs Simonopetralı Aziz Yeronimos

Muhterem peder Yeronimos, Çeşme’nin Reisdere Köyü’nde, 1871 yılında, fakir ve dindar Nikolaos ve Maria Diyakoyorgis çiftinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Alaçatı’nın beş kilometre kuzeydoğusunda ve denizden iki kilometre uzaklıkta bulunan bu Hristiyan köyünün sakinleri Mora ve Girit kökenli olup çoğunlukla çiftçilikle, bağcılıkla geçimlerini sağlıyorlardı.

Vaftizinde Yoannis adını aldı. Okulunda en iyi öğrencilerden biriydi, her alanda tüm sınıf arkadaşlarını geride bırakıyordu. Bu yüzden öğretmeni onu yakındaki kasabanın okuluna öğretmen olarak gönderdiğinde, daha henüz ilkokulu bitirmişti. Köyündeki kilise onun hayatının merkezi olmuştu. Ruhunun aradığı her şeyi orada buluyordu. Mukaddes sakramentler, dualar ve hizmetler aracılığıyla üstüne yağan Allah’ın neşesini ve takdisini. Ayinleri, ruhbanları, mugannileri, gece ayinlerini, şapelleri seviyordu. İlahilerde mugannilere, altarda ruhbanlara yardım ediyordu. Küçük yaştan itibaren sükûneti, dindarlığı ve ciddiyetiyle olgun biri gibi görünüyordu.

İleride rahipliği seçerek kendi isteğiyle takip edeceği yoksul yaşantıyı, fakir bir ailenin evladı olarak küçüklüğünden itibaren tecrübe etti. Çocukluk yılları için çok az şey biliyoruz. Annesi, onun üzerinde sevgisinin canlı izlerini bıraktı. İlk olarak ondan (annesinden) azizlerin hayatlarını duydu, oruç tutmayı, dua etmeyi, Allah’ı sevmeyi öğrendi. Çok kısa sürede azizler onun en yakın arkadaşları oldu, artık ailesi onu bulamadığında şapellerde arayacağını biliyordu. Aziz Dimitrios iki defa ona şifa verdi. İlkinde bacağında çok şiddetli ağrılar varken ve ikincisinde de suçiçeğine yakalandığında. Her iki defa da kırk gün boyunca oruç tutarak Azizin kilisesinde kalmıştı.

Bir akşam kız kardeşi onu Meryem Ana’nın Selâm kıtâlarını okurken duydu. Ertesi günün sabahı ona “Meryem Ana’nın Selâmlarını biliyor musun” diye sorduğunda, “Hayır” cevabını aldı. ”O halde öğrenmenin zamanı geldi” dedi kız kardeşi. Yıllar sonra Muhterem “Yedi yaşından beri Meryem Ana’nın Selâmlarını ezbere biliyorum” diyecekti. Annesinin derin imanı vefat etmeden önce, rahibe olduğunda kendini belli eti. Küçük yaştan beri sevdiği melek kisvesini giyip, “Melani” adını aldı. Azizin erkek kardeşi de “Maksimos” adıyla rahip oldu, üç kız kardeşi ise “Mağdalini, Melani ve Kasyani” isimleriyle rahibe oldular. Bu kız kardeşlerden iki tanesi daha önce evli hayat yaşadılar. Yine azizin bir çok akrabası Ayion Oros’ta ve Yunanistan’daki çeşitli manastırlarda rahip/rahibe oldu.

On iki yaşındayken, üç arkadaşıyle beraber Sakız Adası’na, meşhur Aziz Peder Parthenyos’u görmeye gitti. Muhteremin elleri ve yüzü dahil vücudunun her yeri kapalıydı ve kamburdu. Kurduğu manastırın yakınlarındaki bir mağarada büyük bir çilecilik hayatı yaşıyordu. Gençleri ilk kez görüyor olmasına rağmen her birine isimleriyle hitap ederek onları karşıladı. Hepsine hayatlarında hangi yolu izleyeceklerini söyledi. Yoannis’e de sevinçle rahip olarak öleceğini bildirdi. Peder Yeronimos daha sonra bu konuda şöyle yazacak: “Ergenlik dönemimde Allah’ı nasıl daha fazla hoşnut edebileceğimi düşünüyordum. Rahiplerin iyi ve Allah’ın hoşuna giden yaşantısını seçtim, çünkü bu yaşam tarzı, “Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size rahat veririm” diyen Rab’bi iman ve itaatle takip etmek isteyenlere daha uygundur. Pederâni ve ailevî takdisi aldıktan sonra, Rab’bin haçını da yenilmez silah olarak kuşanıp, Allah’ın sevdiği bu karar ve amaca daha uygun yer olan Ayion Oros’a gittim”. Babası ona, “Gidesin ve geri dönmeyesin” dileğinde bulundu. Çünkü o yıllarda bazıları rahip olduktan sonra memleketlerine geri dönüyorlardı. Babasıysa oğlunun katı olmasını arzuluyordu.

1. Muhterem Yeronimos Ayion Oros’ta Rahip (1888-1920)

Küçük Yoannis, Ayion Oros’a vardığında haç çıkarttı ve Meryem Ana’ya teşekkür etti. Burada Meryem Ana’ya karşı olan sevgisi büyüyecek ve vefatına kadar onun adını her duyduğunda ya da telaffuz ettiğinde gözlerinden yaşlar akacak. Geldiği dönemde Oros’ta 10.000’in üzerinde rahip vardı. On yedi yaşındaki Yoannis Allah’a şükrederek, Allah’ın azizlerinin yolunu izlemek, onların başarılarını taklit etmek için 3 Ekim 1888’de mürlü bölgeden, Simonopetra Manastırı’ndan içeri girdi ve 28 Ekim’de rahip adayları defterine kaydoldu.
Kendisi şöyle yazıyor: “Alaçatı kökenli, muhterem ve saygıdeğer Başrahip Neofitos tarafından kabul edildim… ve rahip adayı olarak kaydoldum… bana verdikleri her hizmete canla başla koşarak”.

Başladığı yeni hayat, ondan önceki binlerce rahibin yaşadığı hayattı. Allah’ın hatırasının daimî olduğu, düzenli oruçlarla, uzun süreli ayinlerle, sık gece ayinleriyle sulanmış gizemli bir hayattı. Kanon (kişisel dua programı), hizmet, günah itirafı, ilahî komünyon… Böyle bir gündelik programla, daha memleketindeyken başlamış olduğu yaşam tarzını, fazlalıkları çıkartarak yaşamaya devam etti. Kitab-ı Mukaddes’i, çileci Pederleri, azizlerin yaşamlarını, sayfalarını göz yaşlarıyla ıslatarak okuyup öğrenmeye başladı.
İlk hizmetlerinden birisi, manastırın Kariyes’teki (Ayion Oros’un başkenti sayılan bölge) temsilciliğinde “konakçılık” vazifesiydi, yani manastırın temsilcisinin yardımcılığı. İki buçuk yıl sonra hastalık sebebiyle manastıra geri döndü. Kısa süreliğine Dafni’ye (Ayion Oros’un limanı) ve sonrasında manastırın Limnos Adası’ndaki metohilerine1 “kellaris” (kilerci) olarak gönderiliyor. Manastırın yetkililerine olan itaati mütevaziliğini gösteriyor.

Dört buçuk yıllık denemeden sonra, 1893’ün Dallar Pazarı’nda, Yeronimos adını alarak büyük kisveli rahip oluyor. 15 Haziran’da yortusu olan azizine ve koruyucusuna özel bir saygı duyuyor. Rahip olduktan sonra yeni ve daha büyük mücadeleler başlıyor. Muhterem Rahip Efthimyos bu konuda şöyle yazıyor: “Okumak için lambasında yaktığı petrol, içtiği sudan daha fazlaydı. Her zaman sessizdi, çünkü içsel arınmaya sahipti. Çoğu zaman, yalnızken, göz yaşları sel olup akardı. Ne kadar soğuk olursa olsun hiçbir zaman ateşe yaklaşmadı. Asla bedenine rahat vermedi, oturur vaziyette çok kısa süreliğine uyurdu. Ve hiçbir şeye sahip olmama erdemini insan dili anlatamazdı. Bu rahip manastırın dayanığıydı. En ufak meselede bile ona danışılırdı. Tevazuyla dolu olan bu insan, manastırın kıvancıydı”.

Peder Yeronimos’un mücadelesine saygı duyan kardeşler git gide ona daha fazla yakınlaşmaya başladılar. Rahip adaylarını manastır ruhuna sokmak için ona gönderir oldular. O da büyük basiretle onlarla konuşurdu. O zamanlar rahip adayı olan Muhterem Peder Efthimyos, Peder Yeronimos’un kendisine dediklerini şöyle kaleme alıyor: “Rahip olmaya mı geldin? İyi düşündün mü? Münzevî hayatı pak olanlar için küçük bir gül gibidir… Sana verilen işleri bitirdiğinde, odana git ve taburene otur. Orada kendi isteğinle kendini kötüle ve düşün ki tüm insan ırkının günahını üstüne almış Rabbimiz İsa Mesih’ten başka senin için kimse yok. Ardından “Görünmez Savaş’ı” açıp oku. Efendimiz Mesih’in pek tatlı ismini telaffuz ettiğinde, Allah’ı yücelten tüm hisler aracılığıyla kibrin ya da böbürlenmenin seni Rab’bin sevgisinden uzaklaştırmamasına dikkat etmelisin”.

Genç rahip Yeronimos manastırın sekreteri oldu, bu hizmete başrahip olduktan sonra da devam etti. Sonra ona zor bir görev olan ve manastırın tüm dış işlerinden meshul olmayı gerektiren “temsilcilik” hizmeti veriliyor. Sık sık değişik kişilerle görüşmek için Ayion Oros’tan dışarı çıkmak ve çeşitli durumların üstesinden gelmek zorunda kalıyor. Erken yaşta ona manastırın metohilerinde zor ve yorucu görevler veriliyor. Hiçbir zaman sakınmadan, ibretlik bir itaatle, ileri gelenlerinin isteklerini yerine getiriyor. Manastırdan uzun süre uzak kaldığı zamanlar oluyor, idarî ve malî meselelerle meşgul oluyor, fakat asla neden rahip olduğunu ve Allah ile olan içsel iletişimin zaruriliğini unutmuyor.

Saygı, nezaket, manastıra ve yetkililerine karşı mükemmel itaat, onu yaşlılık yıllarında bile takip ediyorlar. Manastırda gösterdiği büyük ilerleme, kendisine verilen görevleri başarıyla yerine getirmesi, ağırbaşlılığı, yumuşakhuyluluğu ve genel olarak erdemi, bir yandan onu saygın ve sevilen biri yaparken diğer yandan da, her zaman böyle durumlarda görmeye alıştığımız üzere kıskançlık ve haset objesi haline getiriyor. Bunlara karşı tepkisi her zaman sükûnet ve kin duymama oluyor. Manastırda birçok gece boyunca lambasının yanılı olduğuna şahit oluyorlardı. Eski pederler onu hiçbir zaman uzanmış olarak görmediklerini anlatıyorlar. Ne zaman gidersen git onu ya ayakta ya da sandalyede görüyordun. Sandalyede uyuyordu. Çok uyku, Allah’a olan sevgiyi azaltıyor. Sabahları onu ayinde sırasında dururken, ilahi söylerken ya da okurken görüyorlardı. Peder Efthimyos şöyle diyor: “Varlığı bizleri denetliyordu, onu görmemek için arka sıralara gidiyordum, çünkü beni kendimden utandırıyordu”. Oruçta da büyük bir çileciydi. Ortak yemekhanede yenilenler dışında hiçbir şey yemezdi. Manastırda olduğu zaman günlük ayinlerden asla eksik olmazdı. Yemekhanede de asla kendisine konulan yemeğin hepsini yemezdi. Yemek esnasında okuyuculuk yapma görevini isterdi ki herkestan sonra yesin ve az yediğini kimse görmesin. Dışarıdan Ayion Oros’a geldiğinde günler boyunca yağ yemezdi ki dışarıda kaçırmış olduğu herhangi bir orucu tamamlasın, diye anlatıyor Peder Efthimyos. Kim bilir daha bilinmeyen, gizemli ne çok mücadelesi vardı…

Yolculuklarından döndüğünde işlerini aksatmıyordu. Sekreterlikte, hücresinde yazılar yazardı, kütüphaneyi, arşivi düzenlerdi, okurdu. Kilisede hizmet ederdi, ortak yapılan işlere yardım ederdi. Hiçbir hizmeti hor görmezdi, bu yüzden de Allah onu yüceltti. 1910 yılında, yaklaşık altı ay boyunca Atina’daydı. Manastırın “Analipsi” adlı metohisinde, “parikonomos” olarak (Parikonomos: ikonomosun, yani manastırın malî işlerinden sorumlu rahibin yardımcısına verilen ad). Mektuplarıyla manastırı bu metohiyi satmama hususunda ikna etmeye çalıştı. Buranın gelecekte yaşayacağı manevî bahar hakkındaki öngörüleri kısa sürede vuku buldu. Kilisenin dindar cemaatiyle ilk tanışması burada gerçekleşti, daha sonra bu tanışıklık gelişecek ve bol manevî ürün verecekti.

1911’de Ayion Oros’a dönerken fırtınadan kurtuldu. Mektubunda kurtuluşunun Allah’ın inayeti sayesinde gerçekleştiğini yazıyordu.
Ona destek olan en büyük şey, Kilise’nin azizleriyle olan ilişkisiydi. Aziz Dimitrios ile olan ilişkisinden ve azizin ona şifa verdiğinden bahsetmiştik. Fakat İlahiyatçı Aziz Yuhanna’ya da ayrı bir sevgi duyuyordu. Küçüklükten beri fıtıktan muzdaripti. Çok zorlanmasına rağmen kendini idare ediyordu. Kendisi aynen şöyle yazıyor, “hiç hissetmeden, ilaçsız ve ameliyatsız bir şekilde iyileştim”. İyileşmesi, Aziz Yuhanna’nın 26 Eylül’deki yortusunda yapılan gece ayini sırasında gerçekleşti. “Haç çıkartıp azize rica ettikten sonra sırama geçip ilahi söylemeye başladım. Aynı anda fıtığın yok olduğunu hissetmeye başladım ve bundan sonra bir daha beni rahatsız etmedi. Aziz Yuhanna’nın şefaatiyle mucizevî bir şekilde iyileştim, bu yüzden onun mucizevî lütfunu ve yardımını, yüceliği azizlerinde ifşa olan Allah’a şükrederek ikrar ediyorum. İyileşmem 1897’de vuku buldu”. Aziz Yuhanna onu bir başka gece ayini esnasında tekrar ziyaret etti ve o sıralar aklını meşgul eden kuvvetli denenmelerden onu kurtardı. O günden itibaren bir daha asla böyle denenmeler yaşamadı.

Azizlere karşı olan sevgisi o kadar büyüktü ki bu yüzden Allah onun bazı azizleri tanımasına izin verdi, daha önce belirttiğimiz gibi ölmeden biraz önce Sakız Adalı Çileci Aziz Parthenios’u tanıdı, Aziz Nektaryos ile şahsî arkadaşlık bağı kurdu, Kalimnoslu Aziz Savas’ı ve Aziz Nikolaos Planas’ı tanıdı.
Bu yoğun azizseverliği, Allah’ın ona verdiği ilahi söyleme ve yazma yeteneği ile kendini dışa vurdu. Böylelikle 1893’te, rahiplik töreninden hemen sonra, henüz 22 yaşındayken, “Aziz ve İlahî Pederimiz Mürakıtan Simon’un Her Makamda Sekiz Kasidesi”ni yazdı, 1891’deki yangında kaybolan kısımları tamamlayarak. 1896’da manastırın koruyucuları olan Mürakıtan Aziz Simon’a ve Mecdelli Meryem’e yakarış duaları yazıp besteledi, daha sonra bunların, azizlerin ayinleriyle ve Aziz Simon’un Sekiz Kasidesiyle birlikte baskısını yaptı.

1902’de Suriyeli Aziz Efrem’in ayinini yazıp besteledi, manastırdaki muhterem rahiplerin adını taşıdığı Azizler Neofitos ve Yoannikyos’un, Giritli 99 şehidin, Aziz Sofronyos’un, Aziz Yeronimos’un ve Azize Mecdelli Meryem’in ayinlerinin eksik kısımlarını tamamladı. İlahi yazarı olarak sunduğu hizmetine sürgündeyken de, Aziz Büyük Andonyos’a Yakarış Duaları, Aziz Minas’a, Azizler Viktor’a ve Vikendiyos’a, İstanbul Patriği Pavlos’a, Sergios ve Vakhos’a Selâm Kasideleri yazarak, manastırda mukaddes emanetleri bulunan azizlerin ayinlerine takviyeler yaparak, Rab’be, Meryem Ana’ya ve azizlere yakarış duaları kaleme alarak, fakat en çok da daimi duasıyla ve günlük ayinlere yürekten katılımıyla devam etti. Eserlerinin bir çoğu gün yüzüne çıkmadı ve bilinmiyor.

1914 Şubatı’nda manastır onu, kendisinin tüm karşı koymalarına rağmen, İhtiyar Heyeti’nin üyesi olarak seçiyor. Tüm bu zahmetler ve seyahatler sırasında rahiplik vazifelerini asla ihmal etmiyordu. Yolda, gemide, trende tesbihi elinden düşmüyordu. Başrahip Yoannikyos’un ağır hasta olduğu dönemde en yakınında olan kişi Peder Yeronimos’tu. 7 Aralık 1919’da ikinci manevî pederini de ebediyete teslim etti. Başrahip Yoannikyos’un son arzusu ise başrahipliği çok sevdiği ve layık gördüğü evladı Peder Yeronimos’un devralmasıydı. Vurgulamamız gerekiyor ki hayatı boyunca hiçbir zaman hiçbir şeyin peşinden koşmadı ya da hiçbir şey istemedi. Her zaman sabırla bekliyordu, her türlü kıdemi ve ayrıcalığı reddediyordu. Uzun yıllar boyunca ona papaz olması için ısrar ediyorlardı fakat o reddediyordu.

2. Muhterem Yeronimos Manastırın Başrahibi (1920-1931)
2 Ocak 1920 mazbatasında başrahip olarak seçiliyor. O sene Kasandriya Metropoliti İrineos tarafından 11 Nisan’da diyakon, 12 Nisan’da da papaz olarak atanıp, manevî peder ve arhimandrit imtiyazları veriliyor. 18 Nisan’da, Mür Taşıyan Kadınlar Pazarı’nda, tüm pederlerin ortak kararıyla kendisine başrahiplik asası veriliyor. Başrahipliğinin ilk aylarında manastırın ihtiyaçları için dışarı çıkmak zorunda kalıyor. Gemiyle Pire’ye vardığında Analipsi Metohisine gitmek yerine Egina Adası’na, hasta olan Aziz Nektaryos’un yanına gidiyor. Onunla manastırlarına yaptığı ilk ziyareti sırasında 1898 yılında tanışmıştı. O zamandan beri aralarında manevî bağ gelişmişti ve bu bağ Aziz Yeronimos’un her Atina ziyaretinde yenileniyordu.

Aziz Teslis yortusunun arefesi, Aziz Nektaryos’un manastırının panayırı. Aziz Nektaryos yatalak olduğundan gece ayinini yönetemiyor. Rahibeler azize çanları çalıp çalmayacaklarını soruyorlar. O da, “Çalın çanları, papaz geliyor” diyor. Onlar çanları çaldığı sırada Muhterem Yeronimos manastıra giriyor. “Size papaz geliyor demedim mi? Hem de Ayion Oroslu başrahip”, diyor Aziz Nektaryos rahibelerine. Gece ayininden sonra aziz, Peder Yeronimos’tan tüm hücrelerden geçip hepsini takdis etmesini istedi. O ise orada bir episkopos olan Aziz Nektaryos varken bunu yapmaktan utandı ve gizlice gitti. Daha sonra bu olayı anlatırken, gözyaşlarıyla şöyle diyordu: “Bir azizin karşısında ben kimdim ki?”. Fakat azizin ricasını hiçbir aman unutmadı, kendi vefatından üç gün önce, 1957’de, gidip bütün hücreleri takdis etti.

Aziz Nektaryos vefat etmeden bir ay önce, isim yortusu olan 11 Ekim 1920’de, onu hastanede ziyaret etme şerefine nail oldu. 1921’in Ağustos ayında, Mukaddes Gözetmenlik (Ayion Oros’u yöneten heyet) onu, Ayion Oros’un iç tüzüğünü hazırlayacak beş kişilik heyetin üyelerinden biri olarak seçti.

İdarî görevleri ve ağır sorumlulukları onu manastırın kardeşlerine vakit ayırmaktan asla alı koymadı. Diğer rahiplerle birlikte hizmetlere katılıyordu. Gece yarısı ekmek hamuru yoğururken, kışın avluda karları temizlerken, öğleden sonra bahçelerde çalışırken, gece çamaşırlarını yıkarken ona rastlamak mümkündü. Bu şekilde çalışkanlık ve mütevazilik örneği teşkil ediyordu. Eski başrahibi, ona böyle öğretmişti, her hizmette ilk sırada olmayı. Fakat öte yandan da gizli ve münzevilik mücadeleleri de devam ediyordu. Sandalyede ya da kanepede sırtına bir yastık alarak kısa süre uyumayı bırakmadı. Eski Simonopetralıların anlatmasına göre, başrahiplik odasının kapısı hiçbir zaman kapalı değildi, ne zaman gidersen git başrahip orada seni bekliyordu. Ya okuyor ya da yazıyor oluyordu. Tıpkı manastırdaki ilk yıllarında olduğu gibi sade, mütevazi, alçakgönüllü, kibar, çileci, basiretli ve yumuşak yüzlü olmaya devam etti. Başrahipliği manevî bereketiyle, sadeliğiyle, misafirperverliğiyle ve sadakalarıyla, çalışkanlığıyla, ihtimamıyla ve Allah’ın inayetine güveniyle ayırt ediliyordu.

1924 yılında takvim değişikliği yapılıyor ve Meryem Ana’nın Müjdesi yortusunda ilk kez Analipsi Metohisinde yeni takvimle ayin yapıyor. Bu hareket manastırda çok tepki topluyor, öyle ki, döndüğünde, altı ay boyunca bir grup rahip tarafından kiliseye girmesine izin verilmiyor. Peder Yeronimos ise sakince bu duruma katlanıp duruşundan taviz vermiyor. Tüm hayatı adeta bir şehadet gibiydi. Fakat tüm yaşantısı da, hakikî duruşu, az cevapları, kendisini suçlayanlara karşı vakur tutumu, sükûneti ve Allah’ın isteğine olan bağlılığı ve daha sonra gerçeğin kanıtlanması, onun haça gerilen Rab’bin yolundan gittiğine, iftiraya uğramış ve yanlış anlaşılmış azizlerin izini takip ettiğine şahitlik ediyor.

Bazılarının yanlış dindarlığı yüzünden bir taraftan takvim mevzusu, öbür taraftan da kendi memleketi dışındaki (Anadolu) bölgelerden rahip kabul etmeyen şövenizm, ayrıca azizin parayı sevmemesi, sadakalar vermesi ve özellikle de diğer rahiplerce anlaşılmaz olan manevî hayatı onu maalesef ki diğerleri tarafından “görüldüğünde bile moral bozan” (Süleyman’ın Bilgeliği 2, 14) biri haline getirdi. Tüm bunların neticesinde, on bir yıllık bir başrahiplik macerasının ardından, kendi manastırı tarafından, manastırın mal varlığını kötüye kullandığına dair iftiraya uğruyor ve Mukaddes Gözetmelik kararıyla, 1931 Haziranı’nın sonlarında, Kutlumusiyu Manastırı’na altı aylığına sürgüne gönderiliyor. Oradaki pederler ona sonsuz bir sevgiyle davranıp bir aziz gibi muamele ediyorlar. Peder Yeronimos ise tüm bunların başına günahları yüzünden geldiğini söylüyor. Sürgünü ve daha sonra Atina’ya gönderilmesiyse birçok ruhun kurtuluşuna vesile olacak. Mukaddes Gözetmelik dolaylı yoldan masumiyetini tanıyarak onu dört ay sonra Atina’daki Analipsi Metohisine gönderiyor. Haksız şekilde cezalandırılması Allah tarafından yüceltilmesini, yeteneklerinin ifşasını ve değerlendirilmesini, erdemlerinin ve lütfunun ortaya çıkmasını sağlıyor. Artık orada ikinci büyük ayrılığını yaşıyor. 26 yıl boyunca, 60 yaşından 86 yaşına kadar, Ayion Oros’un dışında yaşayan bir Ayion Oroslu olarak yaşıyor, bir daha asla geri dönmemek üzere. Sürgün yerini hizmet yerine çeviriyor ve hakikî Ayion Oros’u, Analipsi’ye taşıyor, ve bu “yeni Ayion Oros’a” başka kişiler gelmeye başlıyor.

1937’de Başrahip Kesaryos’un istifasından sonra manastırın ileri gelenleri onu tekrar başrahip seçiyorlar. O ise, saygıyla, sevgiyle, mütevazilikle ve haysiyetlilikle bu sorumluluğu üstlenmeyi reddediyor, gücünün bunun için yeterli olmadığını düşünerek. Mektubunda şöyle yazıyor: “Hem Mukaddes Manastırımız’a hiçbir faydam olmayacak, hem de bu büyük mevkinin gerektirdiği sorumlulukları yerine getiremeyecek durumda olduğumdan kendime büyük zarar vermiş olacağım”.

3. Muhterem Yeronimos “Analipsi” Metohisinde 1931-1957

1931’lerin Atinası manevî hayatın düşük seviyede olduğu bir şehir. Kilise’nin Pederleri neredeyse bilinmiyor. Münzevîlik, Kilise’nin bugün ihtiyaç duyulmayan eski bir güzelliği olarak görülüyor. Şehir fakir dolu. Yetimlikten, savaşlardan, mültecilikten kaynaklanan kalıtımsal bir fakirlik. Analipsi metohisinin bulunduğu Viron mahallesinde, hâlâ pak halk dindarlığını muhafaza eden Anadolulu mülteciler yaşıyor ve ona âdeta Allah göndermiş gibi sevinçle kucak açıyorlar.

Hayatının sonuna kadar rahatsızlıklar, sürekli ateşlenmeler, baş ağrıları, halsizlik, bitkinlik, bronşit, kan hastalıkları peşini bırakmadı. Vefat ettiğinde vücudu kanser doluydu. Fakat o hiçbir zaman canının acıdığından şikayet etmedi. Doktorların ısrarı ve sevgisi sayesinde ilaç kullanmayı kabul etti. Yalnızca bir gün ilaçlarını almadı: “Olmaz, bugün Aziz Şifacıların yortusu, onlar da hekim”. Vefatından sonra dolabında kullanılmamış bir sürü ilaç buldular. Doktorların baskıları da onu, bedenine de ihtiyacı olan şeyleri vermesi konusunda ikna edemedi. İstemli ve istemsiz gelen acılar da çileciliğin bir parçasıdır, çilecilik ise azizliğin aracı, Allah’a teslimiyetin kanıtıdır.

Fakat hiçbir zaman çeşitli denenmeler onun peşini bırakmadı, şöyle derdi: “Denenmeler elzemdir, tıpkı aldığımız nefes gibi. Denenmeler denizin dalgalarıdır, dalga olmadan denizde yolculuk yapılmaz, denenmeler olmadan insan kurtuluşa eremez”. Sahip olduğu tecrübe ona manevî çocuklarına, yalnızca dünyevî insanları yoran denenmelerin büyük faydası hakkında konuşma rahatlığı veriyordu. Herkese şefkatle katlanıyordu. Birisi onu rahatsız ettiğinde Muhterem yerine onun manevî çocukları üzülüyordu, o ise şöyle derdi: “Sakin olun, her şeye rağmen o beni seviyor”.

1949’da manastırı, iftiralar yüzünden onu görevden almayı düşünüyor. Daha çok “büyük meblağları amaçsızca harcıyor” bahanesiyle suçlanıyor. Çocuklarının sevgisi ise azlinin gerçekleşmesine engel oldu. Manastıra karşı içtenlikle yazılan çok sayıda mektup onların Aziz Yeronimos’a duyduğu hürmeti ve sevgiyi gözler önüne seriyor. Görevden alınma gerçekleşmese de, manevî çalışmaların rahat ilerlemesine engel olacak kararlar alındı. Peder Yeronimos ise kendisini ayıran tevazusu ile her şeye katlanıyordu, konuşmadan ya da karşı çıkmadan, fakat tabi ki canı yanarak. Tamamen Allah’a teslim olmuştu ve yalnızca O’ndan umuyordu. Onu ne övgüler sevindiriyordu ne de suçlamalar üzüyordu.

İlk ziyaretçileri çoğunlukla bölgenin sade sakinleriydi. Sevgisi onu kısa sürede tanınır biri yaptı ve kısa süre içinde günah itirafı yaptığı yerin dışındaki banklar hiç boş kalmamaya başladı. Kalabalıklar saatlerce sabırla sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Birçok kişi ona acılarını emanet etmek için geliyordu. Kendisine ne kadar katıysa, gelen insanlara da bir o kadar hoşgörülüydü. Peder Yeronimos günahtan yara almış büyük bir topluluğun manevî pederi olarak öne çıktı. Şefkatli hekim, ruhların mükemmel rehberi, yenilgilerde beraber üzülen, zaferlerde birlikte sevinen bir dost, basiretli bir yol gösterici, dikkatli bir danışman, yorulmayan, sakin ve tatlı bir insan olarak yaşadı.

İlk senelerde günah itirafını ayakta yapıyordu. Sabah ayinden sonra başlıyordu ve çoğu zaman gece yarısı bitiriyordu. Çoğu zaman vakit kazanmak için günah itirafı yaptığı sırada yemek yiyor, ya da mektup okuyordu. Fakat cevapları her seferinde karşısındakini ne kadar da dikkatle dinlediğini gösteriyordu. Çok sayıda kişinin bekliyor olmasına rağmen o hiçbir zaman acele etmiyordu. Hasta olduğu zaman bile. “Söyleyin siz, bırakın diğerlerini beklesinler ben sizi dinlemek istiyorum” diyordu. Ruhları âdeta açık bir kitap gibi okuyordu. İnsan ruhuna dair bilgisi çok etkileyiciydi. Çok nadiren günah itirafında bulunan kişiler soru sorardı. Onlar kendilerine neden soru sorarak yardımcı olmadığını sorduklarında ise, “Düşünmediğiniz günahları aklınıza sokmak istemiyorum. Herkes ne yaptığını ve kendisini neyin rahatsız ettiğini iyi biliyor” diyordu. Günah itirafından önce mutlaka sana bir şey ikram ederdi, gülümserdi, neyle meşgul olduğunu sorardı ve sonrasında petrahilisini (papazların dua atkısı) takardı.

İtirafları dikkatlice dinleyip sonunda da yanıtlıyordu. Birçok defasında uyuyor gibi yapıyordu ya da gözlerini odaklanmak için veya yorgunluktan dolayı kapatıyor gibi yapıyordu, günah itirafında bulunan kişi rahat etsin diye onun gözlerinin içine bakmıyordu. Acılı kişiye yardım etmek için her şeyi kullanıyordu, zamanı ya da zahmeti gözetmeksizin. En büyük sevinci ve zahmetlerinin ödülü, insanların gerçekten tövbe ettiğini görmekti. Bazen, eğer ondan bir şey saklıyorsan, çeşitli yollarla seni öyle bir tövbe durumuna getirmeye çalışıyordu ki itiraf edesin. Seni kırmadan ya da aşağılamadan. Bütün manevî insanları süsü olan, eski bir asaleti vardı. En büyük üzüntüsü günah itirafından bir günah fazla çıkan ruhları görmekti. Kasıtlı olarak dürüst yapılmamış bir günah itirafı günahıyla.

Günah itirafının sonunda sana kendisine güvendiğin için teşekkür ediyordu. Eğer ilk kez gidiyorsan mutlaka ismini not edip her gün senin için dua ederdi. Asla ümitsizliğe kapılmana müsaade etmezdi. Canları teselli etmeyi biliyordu. “Ben bunun için buradayım. İşim bu” diyordu. Sana Sâlih olan Allah’ın sonsuz merhametinden, Meryem Ana’nın ve azizlerin şefaatlerinden bahsederdi.
Basireti ve tevazusu, ruhları ve geleceği bilip öngörmesi lütfuyla örtünüyordu. Tüm bunlar Allah’a olan sevgisinin ve O’ndan aldığı aydınlanmanın sonucuydu. İnsan ruhunun en saklı köşelerini bilirdi. İnsanı bütünüyle görebiliyordu. Kendisine günah itirafında bulunanlardan en çok istediği şey günahkarlıklarının farkına varmaları ve alçakgönüllü olmalarıydı. Izdırap içindeki insan tabiatına karşı duyduğu sevgiyle, kendisine dertlerini ve kederlerini emanet eden birçok yaralı ruhun kurtarıcısı oldu. Mucizevî petrahili, tövbe, ilahî pederin merhametin ve bağışlanmanın gelmesi için ettiği hararetli duası, insanların hayatlarına anlam veriyordu ve cennete yollar açıyordu. Terimler yerine basit sözlerle kendisini ifade etmeyi biliyordu. Aydınlanmış temiz fikri, kurtarmayı, neşelendirmeyi ve toparlamayı biliyordu. Kendisine yaklaşan herkesin gözünde bilge bir manevî peder sembolü olarak yer edinmişti.

Analipsi’deki ayinler her gün Ayion Oros usulünce icra ediliyordu. Gece iki civarı, manastırdaki kardeşlerin de kalktığı saatte kiliseye gidip sabah ayinin başladığı saat olan beşe kadar tek başına orada kalıp dua ediyordu. Bu saatlerde ayin esnasında okumaya vakit bulamadığı, yaşayanların ve vefat etmiş olanların isimlerini okuyordu. Diptihalarında (dua edilmek üzere isimlerin not alındığı defter) 2500’den fazla isim vardı. Günlük ayinler sade, sakin ve huşu doluydu. Mugannileri ücret almayan ve çok dindar kimselerdi.
Muhteremin ayinlerinin tadı başkaydı. Nurlu yüzüyle, esenliğiyle, sadeliğiyle, lütfu ruhlara iletiyordu. İlahi Litürji’de asla oturmuyordu. Ayini icra ederken mükemmel bir şekilde yaptığına odaklanıyordu. Âdeta soyutlanıyordu. Ayin esnasında birçok küçük çocuğun onun yerden yükseldiğine tanık olup “papaz uçuyor” diye bağırdığı olmuştur. Onu yerden biraz yüksekte görüyorlardı.

Ayinden hemen sonra insanları görmeye başlamıyordu. Biraz oturup sakinleşmek, gözlerini kapatmak istiyordu. “Ayinden sonra endişeli oluyorum, nasıl benim günahkâr ellerim Mesih’e dokundu, biraz durup sakinleşmem gerekiyor” diyordu. Kendisi de çocuk paklığında olan Muhteremin çocuklarla olan ilişkisi, onlara karşı sevgisi, mübarek hayatının en güzel sayfalarıdır. Bu sevgiye nail olan o zaman çocuklarının anlattıkları, onun ne kadar yüce gönüllü bir insan olduğunun bir diğer kanıtıdır. Küçük çocuklara büyük konulardan büyük bir ciddiyet ve rahatlıkla bahsederdi. Onlara güveniyordu, büyüklerle nasıl konuşursa onlarla da öyle konuşuyordu ve sandığımızdan daha çok şeyi anladıklarını söylüyordu. Çoğu zaman onlara siz diye hitap ediyordu. Onlara yaptığı muameleyle kalplerini Mesih’e açmalarını ve O’nu her zaman orada tutmalarını sağlıyordu. Büyük bir sempatiyle oturup onlarla okuldaki dersleriyle, beslenmeleriyle, sağlıklarıyla, eğitimleriyle, çoğu zaman öngördüğü gelecekleriyle ilgili sohbet ediyordu ve onları yatkın oldukları alanlara yöneltmeye çalışıyordu. Kendisi de durup dikkat ettiği çocuk tabiatından çok şey öğrendiğini söylüyordu.

Bu iyi pederin yapmış olduğu sadakalar da çok biliniyordu. Tıpkı büyük sadakacı azizlerinkiler gibi. Neredeyse tüm Viron mahallesi ondan sadaka almıştır, özellikle zor işgal yıllarında çok kişiye yardımı dokunmuştur. Kimin istediğine, ihtiyacı olup olmadığına asla bakmazdı. Cömertçe herkese verirdi. Çocuklarının saygısıyla ve sevgisiyle toplanan bağışların bir gece bile odasında kalmamasına özen gösteriyordu. Parası bittiğinde sadaka vermek için borç alıyordu. Eğer hiç yoksa, “böyle işte, bazen yaz bazen kış” diyordu. Çoğu zaman otobüse binerdi fakat bilet alacak parası yoktu. Verecek parası olmadığında kimseyi üzmemek için şahsî eşyalarını dağıtırdı insanlara. Kardeşlerine karşı olan merhameti o kadar büyüktü ki sanki kendisi alıyormuş gibi bir sevinçle veriyordu. Kendisiyle azla yetinen, oruç tutan, aşırı derecede tutumlu ve sade bir hayat yaşayan biriydi. Kendisinden “fakir ailenin fakir çocuğu” diye bahsetmekten çok hoşlanıyordu. Vefat ettiğinde, çekmecesinde yalnızca 7 drahmi bulundu!

Onu tanıyan ve onun öngörü lütfundan bahseden insanların anlattıkları için sayfalarca yazma lazım. Bir kişiyi tanımadan ona adıyla hitap edip, hayatından bahsediyordu. Psikolojik yöntemlerle değil fakat gerçeğin temizliğinde ve cennetten düşmeden önceki hayatta yaşayarak, düşünceleri, kalpleri, geçmişi, geleceği görebiliyordu. İnsanı en çok hayran bırakan nokta ise bunlardan bahsederken kullandığı sade üslubuydu. Komplo teorileri, savaşlar vb. konulardan bahsetmiyordu. Karşısında bulunan mücadele eden canın problemlerinden bahsediyordu, cesaret ve rahatlık vermek, ümitsizliği kovmak için. Gizemli, alegorik bir şekilde konuşuyordu, sanki gizli olan şeyleri biliyor olması normal bir şeymiş gibi.

Asla sahip olduğu bu lütuftan bahsetmedi. Bu sahip olup olmadığından emin olmadığı bir şeydi. Ve gerçekten, o zamanlar onun ağzıyla konuşan Allah’tı. Onun kendisini Allah’a teslim etmesi, diğerleri için bir destek olması olmasını sağlıyordu. Kimsenin aklına gelmeyecek ihtimalleri görebiliyordu. Allah’ın ona verdiği ilk düşünceyi günah itirafında bulunan kişiye söylüyordu ve böylece hiç hata yapmıyordu. Onun bu lütfu, insanlara yardım armağanıydı.
Muhteremin bedensel acı ve hastalıklara verdiği şifaların da sayısı az değildir. Mucizeler yaptığına asla inanmadı ve başkalarının da anlamasına müsaade etmedi. Bildiği ve yorulmadan vaaz ettiği şey Allah’ın yanımızda olduğu ve inananların dualarını işittiğiydi. Kilisenin duaları, mukaddes ayinler, aziz sakramentler, özellikle günah itirafı, ilahî komünyon ve yağ sürme sakramentleri, ikonalarıyla, mukaddes emanetleriyle ve şefaatleriyle azizler, özellikle Allahdoğuran, değerli Haç, iyileştirici güce sahipler. Ve en önemlisi, şifa veren, arındıran ve kurtaran, insandaki sıcak imanı gören Mesih’tir. “Şifa verenin Rab Allah’tır”. Bu zor saatlerde kullandığı silahları petrahili (papaz atkısı), haç ve dua kitabıydı. Onun ellerinde büyük bir kuvvet geliyordu bunlara. İnananlar ve inanmayanlar ona yaklaşarak haykırıyorlardı, “Gördük ve anladık ki, Rab seninle beraber”. Muhterem imanının tüm ateşiyle, elçilerine ve onların mirasçılarına, “hastaları iyileştirip, kötü ruhları kovacaksınız” diyen Rab’be dua ederdi. Başrahip Yeronimos’un küçük yaştan beri O’na adanmış, kendisi için hiçbir şey gözetmeyen, çilecilik ve itaatle kardeşlerinin hizmetine kendini vakfetmiş, mütevazi ruhunu gören Sâlih Allah, nasıl ona mucize yapma lütfunu vermesin?

Dindar kişilerin, sadık manevî çocuklarının anlattığı bu mucizeleri, onlar bizzat yakından tanık olarak yaşadılar. Kim bilir azizin daha bilinmeyen ne kadar mucizesi var, zira bunlara tanık olan bir çok kişi vefat etti, ya bilinmiyorlar, ya da kendileri de nasıl mucizeler yaşadığının farkında değiller. Çünkü bu tip mucizeler gizli bir şekilde çok sık yaşanıyordu. Belirtmekte fayda var ki bu olayları anlatan kişiler arasında Kilise’ye yakın yaşamayanlar da var. Anlattıklarıyla Allah’ın hakiki hizmetçilerine karşı duydukları saygıyı gözler önüne seriyorlar. Muhterem o kadar güzel ahlaklı bir insandı ki bu durum onun herkes tarafından sayılan bir şahıs olmasını sağladı. Vefatından sonra yaşandığına tanık olunan benzer mucizelerin de sayısı az değil. Çok sevdiği Allah’a şimdi daha yakın olduğundan sahip olduğu lütfun da daha zengin olması çok normal. Artık onun yaşlı bedeni hastalar için koşturarak yorulmuyor. Artık evlatlarını gökyüzünden de takdis ediyor, öyle ki mucizeleri bahşeden ve cömert olan Allah’ın adı onun aracılığıyla daha fazla yüceltilsin.

Allah, onu büyük sevgisinden ötürü daha henüz yeryüzündeyken lütfuyla kuşatmıştı ve nasıl ki bulutsuz gökyüzündeki güneş saklanamaz, o da kendini öyle eleveriyordu. Erdemin hoş kokusu çoğu zaman fiziksel duyular aracılığıyla da hissedilir oldu. 1938 yılında, Başepiskopos Hrisostomos’un cenazesine Muhteremi de çağırmışlardı. Onu evli olan ruhbanların arasında bir yere koydular, o ise hiç sesini çıkarmadı (evli olmayan ruhbanlar hiyerarşik olarak evli olanlardan önde gelir). Yanında bulunan saygın bir papaz ona şöyle dedi: “Siz Ayion Oroslular da ne var da böyle güzel kokuyorsunuz?”. Muhterem de yanıtladı: “Ne olacak mübarek, sus…“. Fakat o ısrarcıydı: “Hayır, hissediyorum, sizden hoş bir koku geliyor, sizde bir şey var…”. Bir manevî çocuğu da şu tanıklıkta bulundu: “Ondan uzaklaştıkça koku da azalıyordu. Sanki karanfil ile gül arası bir koku. Aynı hoş kokuyu Aziz Nektaryos’un yanında da hissetmiştim”.

Oldukça münzevî karşıtı bir dönemde Muhterem, münzeviliğe karşı sevgiyi insanlar aşılamayı başardı ve üç yüzden fazla cana, sosyal statü ya da yaş gözetmeksizin, münzevilik kisvesini giydirdi. Kendisinin ki başta olmak üzere, ailece Allah’a adanan kişilerin sayısı hiç de az değildir. Rahipleri hem Ayion Oros’a hem de başka yerlere yolluyordu. Rahibeleri de çeşitli manastırlara. Bazı rahibelerin yaşları çok ilerlemiş olduğundan evlerinde kalmalarına müsaade ediyordu, bazılarını sivil olarak manastırlara yollayıp orada rahibe olmalarına vesile oluyordu. Bazılarına ise bizzat kendisi, Analipsi’de, kisveyi giydiriyordu. Çocuklarının kalplerine kazınmış olan bu arzuyu görüp onları bu yolda hazırlıyordu. Yakarışlarıyla, münzevilerin meleğimsi zümresinin çoğalmasına yardımcı oluyordu. Sayının çoğaldığını görünce de Rab’be ve Meryem Ana’ya teşekkürlerini sunuyordu.

4. 6 Ocak 1957’de Gerçekleşen Vefatı

Muhterem peder vefatını önceden gördü ve çeşitli yollarla manevî evlatlarına da bildirdi. Göğe olan bu yolculuğun hazırlıklarını daha henüz gençlik yıllarındayken yapmıştı. Tüm hayatı hasretle beklediği ölüm için bir hoş geldin hazırlığıydı. 86 yaşındaydı ve hastalığının ağırlığı son günlerde onun çok acı çekmesine sebep oluyordu. Fakat bu durum asla onun dua etmesine engel olmadı, sık sık da haç çıkartıyordu. Hiç şikayet etmeden, sabırla, güzel sözlerle ve sakinlikle sonu bekliyordu.

Vefatından birkaç gün önce Pire’deki bir kliniğe getirildi. Dört gün önce, ilahî bir görümün ardından, Egina Adası’na ziyarete gitti, tüm fırtınaya rağmen Aziz Nektaryos’un mukaddes emanetlerine niyaz etmek için. Güzel ruhu, yorgun bedenini yıllar süren mücadelelerin ardından Pazar günü sabah 11:40’ta, Teofanya Ayini ve su takdis töreninden sonra, 6 Ocak 1957’de bıraktı. Ruhu göklere çıktı. O günün arefesinde yağ takdis ayini yapılmıştı ve ilahî komünyondan da almıştı. Vefatının hemen ardından, dönemin kiliseye ait olan ve olmayan basını, onun mübarek yaşantısı hakkında çok şey yazdı. Birçok kişinin samimiyetle yaktığı ağıtlar, kendilerine böyle bir baba bağışlayan Allah’a karşı şükran duaları olmuştu.

Azizin defninden birkaç gün sonra, bazıları Analipsi’nin kilisesinin apsis kısmının arkasında bulunan mezarın yakınında oturuyorlardı ve mezardan hafif ve hoş bir koku geldiğini fark ettiler. 8 Mayıs 1965’te azizin mukaddes emanetleri mezardan dışarı çıkartıldı. Simonopetralı Rahip Yelasyos manastırdan emanetleri almak için gönderildi, “Eğer yetkili kişi sandığı çan kulesine saklamasaydı manastıra eli boş dönecektim” dedi. Çünkü insanlar takdis ve koruma için mukaddes emanetlerden almak istiyorlardı. Bu mümkün olmayınca da mezarından kum, tabutundan da tahta parçaları aldılar. Yine birçok kişi Muhterem mezardan çıkartılırken Allah’ın lütfunun yoğun belirtilerini hissetme şerefine nail oldular. Hepsi şaşkınlıkla bu sırada hissedilen hoş kokudan bahsediyorlar.

Azizin dış görünüşünü, ona bakanda yarattığı izlenimi, Ayion Oroslu Rahip Moisis çok güzel bir şekilde ifade ediyor: “Muhterem çok sadeydi. Kısa boyluydu. Biraz toplu da olsa âdeta soyutlanmış gibiydi, bakışların onun içinden geçiyordu. Yüzü genellikle nurlu, ciddiyet ve iyilik doluydu. Asla rahip başlığını çıkartmazdı. Yüzündeki kırışıklıklar çok doğal duruyordu. Bakışları derindi, genelde aşağıya bakardı ve gözlerinde çok nadir bir ışık vardı. Direkt olarak gözlerine bakmakta zorlanıyordu insan. Genelde gözlük takardı. Bakışlarında hoşgörü ve samimiyet vardı ve karşısındakine net bir sevgiyle bakardı. Gülümsemesi ayrı bir güzeldi. Sakalları beyazdı ve ortadan biraz ayrılıyordu. Genelde soluk benizliydi. Temiz giysiler giyen, sade bir rahip. Pederâne özellikleri baskın, iyilik, sakinlik, basiret, sempati. Genel olarak yüzünün ifadesi, uzun ve ak saçları, giysilerinin ve sözlerinin sadeliği, samimi ifadelerindeki anlamların lütfu, onu zor durumda olanlar için yardım kılavuzu haline getirmişti. “Bir insanın görünüşü, giysisi, yürüyüşü, onun ne olduğunu sana bildirir” (Sirak’ın Bilgeliği 19, 29-30). Onu, bu Allah adamını, sade rahibi bozulmaz bir uysallığın ve sükûnetin içinde görünce, ruhunun derinliklerinde “Rab yolunda olmak iyidir…” (Sirak’ın Bilgeliği 46, 10) diye haykırıyordun. Peder Yeronimos göksel bir insan, yeryüzündeki bir melek gibi yaşadı.

 

Yazan: Alekos Hristodulu, İlahiyatçı
Alıntı yapılan web sitesi: www.imakb.gr
Çeviren: Rahip Nektaryos

1 Metohi : Bir manastıra bağlı fakat başka bir bölgede veya şehirde bulunan başka bir manastır veya lojman.

 

9 Mayıs Simonopetralı Aziz Yeronimos