Monofizit oluşumlar ile Ortodoks Kilisesi arasındaki farklar
Süryaniler, Etiyopyalılar ve Ermeniler, neden Ortodoks Kilisesi’nden komünyon alamazlar?
Sevgili kardeş,
Mesih Dirildi!
Seni ilgilendiren bu konuda etnik kökenin herhangi bir rol oynadığına dair herhangi bir düşüncen olmasın. Süryanilerden, Mısırlılardan, Ermenilerden vs. sadece Monofizitizm’i (veya başka mezhepler) benimseyenler yani Rab’bin emanet ettiği imandan sapma gösterenler Ortodoks Kilisesi’nde Kutsal Efharistiya’dan hariç tutulurlar.
Soruna yeterli seviyede bir yanıt verilebilmesi için öncelikle Kilise’nin ne olduğuna dair açıklama yapmaya ihtiyacımız var. Açıkçası bir bina değil ama Elçi Pavlus’un bizleri bilgilendirdiği üzere başının İsa Mesih olduğu imanlılar topluluğudur. “Her şeyi O’nun ayakları altına sererek O’na bağımlı kıldı. O’nu, bütün varlıkların üzerinde baş olmak üzere inanlılar topluluğuna verdi. Bu topluluk O’nun bedenidir, her yönden her şeyi dolduranın doluluğudur” (Efesliler 1:22-23).
Bir baş birçok bedene sahip olamayacağı gibi yine aynı şekilde başının Mesih olduğu birçok Kilise olamaz. Sadık kalan ve O’nun değişmeyen Sözünü korumayı sürdüren tek bir Kilise vardır. Görüyorsun kardeş, Rab bu konuda çok açıktır: “Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim çiğner ve başkalarına öyle yapmayı öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en küçük sayılacak” (Matta 5:18-19).
Değişiklik yapan diğer cemaatler kendilerini “Mesih’in Kilisesi” olarak adlandırsalar ve fark sadece bir tane olsa da, özünde başlarını değiştirmişlerdir. Dolayısıyla, İncil’e göre “Kiliselerin bölünmesinden” ne de “Kiliseler arası farklılıklardan” söz edemeyiz. İncil’in kendisi dolaylı ama açık bir şekilde böyle bir şeyin gerçekleşemeyeceğine dair güvence veriyor. Bu Bedenin tek ve biricik Başı vardır, o da İsa Mesih’tir. O’nun hakikatini kabul etmek ve benimsemek şartıyla herkes bu bedene kabul edilir.
Bu nedenle, Ortodoks Kilisesi, diğer dinleri ve başka doktrinleri “Hristiyan” olarak adlandırılsalar bile, onları Rab’bin kendisini gücendirmeksizin kabul edemez. Bu bir isim sorunu ya da – kesinlikle – bir “uzlaşma” sorunu değildir çünkü bu gruplar gerçeğin bir kısmını korusalar bile, biz, bir kısmını korumak adına Gerçeğin tümünü reddedemeyiz. Müjde’nin ilan ettiği kardeşliğin gerçekleşmesi için Yeni Ahit’te verildiği ve Kutsal Gelenekte korunduğu haliyle Rab’bin Sözünün kabulü önce gelmelidir.
Lütfen söylenenler tuhafınıza gitmesin. Nerede yaşarsa yaşasın, neye inanırsa inansın, her insan “Mesih’in uğruna öldüğü bir candır”. Ne olursa olsun Tanrı’nın her evladını seviyoruz. Ama Ortodoks Kilisesinin üyesi olmadığı sürece ona Kutsal Komünyon verme hakkımız yok. Kutsal Komünyon, bırakın Kilisenin üyesi olmayan birisini, onu değersiz bir şekilde alan Ortodoks bir bireye bile zarar veriyorsa, o artık “alevli ateştir”. Bir hastaya sırf istiyor diye, ona faydalı olmayacağını bilerek “sevgiden” olsa bile yanlış bir ilaç verir miydik? Böyle bir sevgi aldatıcı ve sahtedir. Çatıya çıkıp aşağı atlamak isteyen birisini, sevgi adına onu üzmemek için böyle bu davranışını onaylayamayız, eğer gerçekten seviyorsak onun bu girişimine engel oluruz. Eğer istiyorsa, onu gerçeğe ve kurtuluşa yönlendiririz ve o zaman da tüm gizemlere erişim olur.
Monofizitizm ile Ortodoks Kilisesi arasındaki farklar. Sadece bir tane olduğunu söyleyebilirim. Ama sayısının bir önemi yok, Hakikat, bizim kendi başımıza keşfettiğimiz bir şey değil, bize verildi, bize bahşedildi, Rab’bin kendisi onu bozulmadan koruma emriyle bize açıkladı.
Kutsal Üçlemenin ikinci kişisi Rab İsa Mesih, birbirinden ayrılmaz, tanrısal ve insani iki doğaya sahiptir. İnsan aklı, Tanrı Oğlu’nun sadece ve sadece biz günahkârları kurtarmak, sınırlı doğamızı kutsal kılmak için selim tutkular dediğimiz ve Tanrı için aslında çok yabancı olan şeyler yani açlık, susuzluk, terlemek, yorulmak, uyumak, acı çekmek gibi bütün zayıflıkları üzerine alacak kadar büyük bir sevgiye ve alçakgönüllülüğe sahip olduğu, insan bedenine “sıkıştığı” önemli ve temel gerçeğini kavrayamaz. Ama insan, Tanrı’nın büyüklüğüne sadece hayran kalabilir. Hiçbirimiz bu büyüklük üzerine bir çözümleme yapamayız. Sadece olduğu gibi kabul edebiliriz.
Bu noktada Monofizitler yanlış yaptılar: akıllarına sığmadığı için onu analiz etmeye çalıştılar, böylece yanlışa düştüler. Tanrı’nın bu kadar alçakgönüllü olabileceğini kabul etmediler ve bundan dolayı da Rab’bin sıradan bir insan olamayacağını ama insan olarak “göründüğünü” söylediler. Bir başka Monofizit teori ise Rab’bin ilahi doğası ile ona dokunmaksızın veya ondan bir şey almaksızın bir borudan geçercesine Bakirenin bedeninden geçtiğiydi. Bir başka teori de insan olarak doğduğu, ama insan doğasının ilahi olan tarafından “emildiği” yani özünde Oğul’un sadece Tanrı olduğuydu.
Ama bu yanlış doktrini kabul etmenin sonuçları nelerdir? Özünde Tanrı-İnsanın çarmıhtaki kurbanının değeri geçersiz kılınıyor. İnsan doğasını taşımayan biri bizi kurtarmaz.
Eğer Rab sadece Tanrı olsaydı, o zaman çarmıhta kendini feda etmesinin hiçbir değeri yok ve aynı zamanda insana bahşedilen hür iradeyi çiğnemeden bizi kurtaramazdı. Yaşaması, çarmıha gerilmesi, Ölüler Diyarına kadar inmesi ve dirilmesi için hiçbir neden yoktu, Tanrı olarak bir sözle bizi kurtarabilirdi. Ama böyle bir şey insanın hür iradesini ihlal ederdi. Diğer taraftan, insan ırkını günahın yükünden kurtarmak için hiçbir insan günahların ağır bedelini ödeyemez. Günah işlememiş mükemmel bir insan bulunmalıydı. Bundan dolayı da Tanrı insan oldu. Bu kaldırılmaz yükü taşımak için kendisi mükemmel bir insan oldu. Tam da bu nedenle Rab’bin insan doğası tamamen gerçek olmalı ve bir insan gibi “görünmemeli” veya insan gibi “geçici” bir hal almamalı yani günah dışında her şeyiyle insan olmalıydı.
Rab, beden alarak insan ırkını temsil edebildi, tüm günahları üzerine aldı ve acı çeken insan ırkını Cennet’e geri döndürdü. Rab’bin Çarmıhta Kendini Kurban etmesiyle günahlarımızın bedelini çoktan ödedi, kurtuluşumuz zaten sunuldu. Bundan sonra karar bizim elimizde. Eğer istersek bu kurtuluşu kabul edip Cennet’e girebiliriz veya onu reddedip günahlarımızla kalabiliriz.