/ Kitaplar / Rus Aziz İoannis’in Hayatı ve Mucizeleri

Rus Aziz İoannis’in Hayatı ve Mucizeleri

  Protopresviteros* İoannis Vernezis

Aziz Mabet’in dinsel müdürü *

27 Mayıs Rus Aziz İoannis'in Hayatı ve Mucizeleri

Birinci Baskı

Rus Azizi İoannis Mabet’inin Vakfı

Prokopion Evia

ÖNSÖZ

Elinizde bulundurduğunuz bu kitap, selefim, kutsal önderim kendini Allah’a bağışlayan Halkida eski Metropoliti pek sayın Geron [*] Hrisostomos’un cesaret vermesiyle, Rus Azizi İoannis Kilisesi’nin sorumlu Protopresviteros tarafından, misyonerlik ruhu ve Allah’ın “evine gittiğinde, Allah’ın sana yad ettiklerini anlat” (Lukas [*]:8 – 39) prensibiyle yazılmıştır. Kitapta Allah’ın ianesi ve kendini Allah’a bağışlayan Aziz İoannis’in arzusuyla müminlerine görünen mucizeleri okuyacaksınız. Bunlar ki inancımızı pekiştirecek ve insan sevgisi, insanı koruma duygularıyla dolu Allah’ımızın sevgisini kazandıracaklardır. İkindi duasında okunduğu gibi O “yardımında güçlü, gücünde iyiliksever” ve emencik “Ona inanan, Ona umut eden herkese yardımcı” (İkindi duasında alınma) olmaktadır.

Madem ki inancımız mucizelerin Allah’ın varlığını ispat eden noktalar olup gösteriş veya sıradan olaylar olmadıklarıdır, İnsan sever Vakıfın Yönetim Kurulu kararı ve kutsal adetlerimize uyumlu olan elinizdeki bu genişletilmiş baskıyı kutsuyor ve okuyucularının ruhuna faydası olacağından emin olup, iyi neticeler diliyoruz.

Allah oğlu İsa, Kendi kilisesi [*] içerisinde mucizeler yapmakta kalmayıp, bunları da “her hangi bir dönemde yaşayan Azizleri” (Aziz Vassilios’un [*] Kilise için yazdığı eserinden alınma) tarafından devam ettirmektedir.

Osios İoannis – şahsı da bir mucize olup – kendisi de mucize yapma niyetine sahip idi. Müminler onu, fakir ve üzgünlerin koruyucusu, insanları hayatın tehlikelerinden koruyan bir liman, kara bahtın kurtarıcısı, sonu olmayan armağan deresi, olarak bilirler.

Kitapta sözü edilen olaylar, sıkça karşılaştığımız, mucizelerin varlığına şahit fakat mucizelere inanmayan, şahsiyetçi kişiliğe sahip insanları problemlendirecek, büyük bir olasılıkla Ramses’in katılığına (Eksodos [*] 2:13) sahip karakterleri bile yumuşatacak niteliktedirler. Bilinmeyen bir Allah’tan herhangi bir olgu beklemeyip “Allah’ın yapamayacağı yoktur” (Lukas 1:37) göz ardı ederler.

İnkar edemeyeceğimiz bir başka nokta ise, mucizelerin çoğu yalnızca onları kabul edenler tarafından bilindiği, onların da Allah’ın bu hediyesini suskunluklarıyla kabul edip yaşamlarını sürdürdükleridir (Markos[*] 1:44, Matheus[*] 7:4 ve 1:29).

Kalbimin derinlerinden kendini Allah’a bahşeden Aziz İoannis’in mümin kulu ve yardımcım rahip İoanni’ye teşekkür eder, Aziz’in duacılarına, Azizimizin yardımını dilerim.

HALKİDA METROPOLİTİ

HRİSOSTOMOS

İnsan sever, kendini Allah’a bahşeden Aziz Rus Rahibi İoannis Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı

GİRİŞ 

Mucizelere Yeni İlaveler

Nasıl, on beş yıl evvelinin Halkida, İstiea ve Kuzey Sporades Metropoliti sayın Hrisostomos’un isteği üzerine mucizeleri kayıt ettimse (Osios Rus Azizi İoannis’in hayatı ve Yeni Mucizeleri, 1988), onun halefi Metropolit Hrisostomos (ilmi araştırmacı ve yazar: ‘Kendini Allah’a bahşeden Rus Azizi İoannis, Halkida, 2000’. Kitap Selanik Üniversitesi tarafından ödüllendirildi) ta benden “inkar edilemeyecek mucizelerin canlı şahidi olarak” halen yazılmamış mucizeleri kaleme almamı istedi.

İtiraf ederim ki, insanları seven, aman veren, iyiliğin temeli Allah’ın görünümü Rus Aziz İoannis’in, mukaddes naaş’ı sayesinde hayatımı sürdürmekteyim. Azizin kutsal müdahaleleri, sayılamayacak, sıraya giremeyecek, tarihe geçilemeyecek kadar çoktur.

Allah’ın izniyle kırk yıl süresince devam eden ruhbanlık yolum Aziz’in naaş’ı ve tabutu civarında geçmiştir. Kalbimden ve zihnimin derinliklerinden “derinden derine resimlenmiş” “Allah’ın mucizelerini” sizlere nakledeceğim.

Kutsal ve Doğrucu (Ortodoks) [*] Kilisemiz, beynelmilel toplantıların (ekümen sinodlar) [*] neticesinde, azizlerin yaşamı, onların kutsal ikonalarını, kutsal naaşları ve iki bin yıllık tarihi hakkında kararlar almış ve bulunduğu noktaya gelmiştir. Aziz Hrisostomos [*] öğretisinde azizlerin yaşamı, Şehit’lerin [*] naaş’ı ve mezarları hakkında, diğer kişilere nazaran, daha ayrıntılı bilgi vermektedir. O’na göre “ölümleriyle Martires’lerin yalnız ruhları değil fakat vücutları da kutsallaşmışlardır”. Hrisorimon’a göre kutsal naaşlar “Allah’ın en büyük hediyesi ve en değerli hazinesidir”, “ruhsal zenginliğin kaynağı ve alınamayacak kadar değerli hazinedir”, “iane deresidir”(Andreas Fitrakis’in, dinsel notlarından alıntı, Atina 1976).

İnancımızın tarihi, Hıristiyanlığın doğumundan iki bin sene öncesine kadar dayanan, Allah’ın Aziz’lerinin yaptıkları binlerce açıklanamayacak olaylar ve müdahalelerle doludur.

Tevrat’ın kitabı Bazilika’nın [*] dördüncü cildinden, yüzyılların derinliklerinden, sevginizle şunu nakletmek isterim:

İsrailliler bir cenaze töreninden kendilerine ait bir erkeği defnetmeye gidiyorlardı. İbrani yazıtına göre, o anda ufuktan ‘tek kuşaklı’ eşkıyalar göründü. Korkudan hemencecik, ölünün kefenini yırtıp, naaşı ilk gördükleri mezarın içine attılar. Fakat mezar bir yıl önce ölen Peygamber İlyas’a [*] aitti. Ölünün vücudu Peygamber’in kutsal kemikleriyle temas eder etmez, ayağa kalktı, dirildi!

Güçlülerin güçlüsü Allah ölüyü dirilterek hayatı boyunca ona bağlı olan Hazreti İlyas’ın anısını onurlandırdı.

Aziz’lerimizin mucizeleri Allah’ın ianeleriyle vuku bulurlar, çünkü Aziz’ler hayatları boyunca O’na sadık kalmışlardır. Bundan dolayı Aziz Hrisostomos Hıristiyanlara tavsiyesinde “Üzgün, hasta veya herhangi kötü bir durum yaşıyorsanız, günün herhangi bir saatinde azizlerin çilelerini ziyaret ediniz” der.

Protopresviteros İoannis D. Vernezos.

Kendini Allah’a bahşeden Rus Azizi İoannis’in

Öz Hayatı

Vatanı, Yeni Rusya (Ukrayna).

Büyük bir olasılıkla doğum tarihi 1690 dır. Bilindiği üzere 1711 – 1718 Osmanlı – Rus savaşında Çar Büyük Petro’nun çarlık ordusunda asker olarak yer almıştır. Türk orduları, yenilmeden, zaferden zafere giderken tüm uluslara korku serpmişlerdi. Bir asker olarak Aziz İoannis ülkesi Rusya’yı müdafaa etmeye çalışıyordu. Ortodoks Hıristiyan olan ailesinden aldığı dinsel öğreti ve görgü, binlerce genç, yaşlı, kadın ve çocukların ölümü ve savaşın yabanlığından iyiden iyiye sarsılmıştı.

Harp Esiri

Azof Kalesi civarındaki çatışmalarda binlerce yurttaşıyla birlikte esir düşüp İstanbul’a getirilmiş, oradan Anadolu’ya. Kayseri yakınlarındaki Ürgüp (Prokopion) bölgesindeki Yeniçeri ağasına esir olarak verilmişti.

Hıristiyanlığı İnkâr Etmek İçin İşkenceye Tabi Tutuluşu

Esaretin getirdiği kötü psikolojik durum altında hor görülüp “kafir” muamelesiyle “imansızlara layık” işkenceye tabi tutulmuş, kalın sopalarla tekme tokat dövülüp, saçları ve kafa derisi korlaşmış tas ile yakılmış ve yaşamını, ahırlarda hayvan pisliklerinin içerisinde devam ettirmeye zorlanmıştı.

İşkenceye Cevap

Büyük bir cesaret ve sabırla işkencelere dayanmıştı. İşte, o zor anlarında billur Hıristiyanlık karakteri parlayıveriyor. Küçük yaşından beri kendini Allah oğlu İsa’ya ithaf etmiş ve bu zor anda iç dünyası güneş gibi parlayıvermişti. Hıristiyanlık karakterini göstererek işkencelerine Aziz Pavlos’un [*] sözleriyle karşılık veriyordu: “İsa’nın sevgisinden beni ne ayırabilir?” “Üzüntü, sürüm, çıplaklık, esaret?”

“Allah’ın Tek Oğlu’na olan inancım sonsuz, hiçbir sefalet beni O’nun sevgisinden ayıramaz. Bir esir olarak emirlerine itaat ederim, esaretin getirdiklerine katlanırım; fakat inancım Kurtarıcım İsa’ya aittir, sen benim efendim olamazsın! “İnsana değil Allah’a itaat ederim” (Allah Oğlu İsa’ya giydirilen) dikenli tacı hatırlarım, O’na yapılan işkenceleri, küfürleri ve çarmıha gerilmesini hatırlayıp kendimi aynı ve daha fazla işkencelere hazırlarım fakat Allah oğlu İsa’yı yine de inkâr etmem!”

Kendini Allah’a ithaf eden Rus Aziz İoannis yapılan tüm işkencelere rağmen Hıristiyanlığı inkâr etmez, içinde yaşadığı kötü şartları Allah Oğlu İsa’nın yaşamıyla bağdaştırır ve yaşamına ahırlar içerisinde dinin tüm kurallarını uygulayarak devam eder. Bu tutumuyla işkencecilerine bile kendisine “Veli” sanını verdirtir.

Rus Aziz İoannis, ağaya bir Melek vasıtasıyla Ürgüp’ten Mekke’ye ağanın turasını taşıyan bakır bir kap içinde sıcak yemek gönderir. Ağa Türk beyleriyle yaptığı görüşmelerden üç ay sonra döndüğünde kabı kendi subaylarına gösterir. Bu olaydan sonra Azizin işkenceleri sona erer. Böylece kendisini Allah’a bahşeden Rus Aziz İoannis manevi gücü ve inancı ile düşmanlarının ve işkencecilerinin saygısını kazanmıştır.

Sonu

27 Mayıs 1730. Hayatı boyunca çektiği işkencelere dayandıran, kendisine destek olan tek olgu Allah’a olan inancıdır. Her Cumartesi Türkler’den saklı Kominyon [*] alarak ruhunu ve vücudunu dinlendirip esaret hayatına 27 Mayıs 1730 a kadar katlanır. O gün köyün papazından Kominyon ister. Papaz Kominyon’u bir elmaya saklayarak İoannis’e göndertir. Ahırın içerisinde son duasını edip Kominyon’u aldıktan sonra ruhunu Allah’a teslim edip ebediyete geçer. Geçici esareti, korkunç zulümleri “Temiz Sır’ı”[*] aldıktan sonra son bulur.

Toprağa Verilişi

Civarın rahibi ve Ürgüplü Hıristiyan’lar Ağanın izniyle naaş’ını alıp, civarın tüm Hıristiyan ve Müslüman ahalisiyle birlikte dünkü esire o günün efendisine layık bir cenaze töreni düzenlediler. Naaş’ı omuzlarda taşınıp Ürgüp civarının Hıristiyan mezarlığına defnedildi.

İlahî İmge

1763’ün Kasım’ında, civarın rahibi (Aziz hayattayken her Cumartesi onu ziyaret edip ıstıraplarını ve acılarını dile getirdikten sonra ondan Kominyon alıyordu) rüyasında Aziz İoannis’i görür. Aziz rahibe, Allah’ın nimetiyle naaş’ının üç buçuk yıl öncesinde mezara koyulduğu gibi erimemiş, yıpranmamış sapasağlam kaldığını söyler ve O’nu mezarından çıkarıp ahrete kadar yanlarında bulundurmalarını ister; böylelikle Allah’ın nimetinin onlarla beraber olacağını bildirir. Rahibin gördüğü rüyadan şüphe etmesi üzerine Aziz’in mezarına ateşten bir sütün gibi nur iner.

Civarın Hıristiyan’ları rahibin refakatiyle Aziz’in mezarını açınca büyük bir mucizeye tanık olurlar. Aziz’in naaş’ı toprağa verildiği günkü gibi yıpranmamış sapasağlam, miromeno [*] ve nefis bir kokuyla önlerinde durmaktadır. Ruh açıklığı ve büyük bir saygıyla naaş’ı Aziz’in ziyaret ettiği kiliseye taşırlar.

O günden bu güne kadar Aziz’in kutsal vücudu Allah Oğlu İsa Kilisesi’nin pratik hayatına [*] geçti

Osman Paşa’nın Kutsal Vücudu Yakması

Devrin sultanı ile Mısır Hanedanı İbrahim arasındaki bir anlaşmazlıktan doğan bir çatışmada sultanın komutanı Osman civarın Hıristiyan’larına ibret olsun diye Kutsal Naaş’ı ateşe verir. Ateşe atılan Kutsal Naaş bir anda kıpırdamaya başlayınca askerler kaçışıverirler. Askerler civardan ayrılınca, civarın Hıristiyan’ları Kutsal Naaş’ı kaplayan kömür ve külleri kaldırınca Kutsal Naaş’ı yine sapasağlam bulurlar. Kutsal Naaş is ve duman içinde olmasına rağmen yine miromeno ve nefis bir kokuyla önlerinde durmaktadır.

Bütün Orta Anadolu (Kapadokya) O’na saygı duyar.

Gördüğümüz gibi Aziz hayatı boyunca, günümüzün insanlarından unutulmuş değerlerle, oruç tutarak, saf, nefsini bilir, dualar ederek yaşadı. Yaşamı boyunca Allah adını yüceltti, O da Azizi hem gökyüzünde hem yeryüzünde yüceltti. Aziz Naaş’ının bulunduğu tabutun önünde felçliler yürür, körler görür, zebaniler gider, ianesiz hastalıklar şifa bulur oldu. Yalnız Ortodokslar değil, aynı zamanda Ermeniler, Protestanlar ve Türkler mucizelerinin esiri oldular. Herkes çaresizliklerinde bedbaht günlerinde Aziz’e sığındı. Belki Aziz’in dili suskundu fakat mucizeleri konuşmaya devam etti, Aziz’in naaş’ı uyuyor olabilir fakat mucizeleri varlığını her yere beyan etmektedir.

Aziz’in yeri tüm Kapadokya (Orta Anadolu) sakinleri için dualarını yapabilecekleri ilahi bir yer haline gelmiştir.

1922 Küçük Asya Faciası

Büyük güçlerin oyunları ve Yunanistan’ın yanlışları Kemal’in Selçuklu Türkleri silaha kuşanıp Anadolu Rumlarını ve Karadeniz Rumlarını vahşice yok ettiler. Galeyana gelen Yunanlılar saray, saray karşıtı; Venizelos, Venizelos karşıtı gibi gruplara ayrılarak birbirlerinin evlerini yakmaya başladılar; böylelikle cephe düştü. Atina’nın politikacıları balkonlardan söz çıkararak iktidar kavgasına düştüler. Kemal Sakarya nehri civarında sıkışmış gençlerimizi koyunlar gibi kesmeye başladı. Facianın neticesinde bir milyon beş yüz bin kişi öldü veya kayıplara karıştı.

Aziz Naaş’ın Nakli

Bütün bu facianın sonunda mülteciler tüm varlıklarını kaybettiler. Facia’dan iki yıl sonra Yunan – Türk mübadelesi antlaşması neticesinde yerli halk şahsi eşyalarıyla birlikte Aziz Naaş’ı ve Kilisenin kutsal eşyalarını da alarak yabana doğru yola çıktılar. Kayseri’den Mersin’e, oradan da bugünün Elefsina bölgesinde yaşayan Papadopulos ailesinin kiraladığı “Vassilios Destunis” gemisiyle Halkida şehrine geldiler. Aziz’in naaş’ı Halkida’da bir yıl kaldıktan sonra 1925’te bugünkü yerine, Neo Prokopio’ya getirildi.

Yeni Tapınağın Kuruluşu

1930 senesinde Kutsal Naaş’ı barındıran kilisenin temelleri atıldı. 1951 tarihinde yaşanmaya başlanan kilise 1962 tarihinde Devlet ve Kilise ileri gelenlerinin ortak düşüncesi neticesinden çıkarılan kanunla hayırsever bir kurum olarak işlevine devam eder. Misafirleri kabul edebilecek iki büyük barınak inşa edildi. Birincisinde ücretsiz kalabilen misafirler, diğerinde kurumun amaçları uğruna harcanacak az bir bedel karşılığında kalabilirlerdi. Bunların gelirleriyle beş büyük kurumun giderleri karşılanırdı. Bunlar: Biri Halkida’da diğeri Nea Artaki’de olmak üzere iki yetimhane, Halkida’da bir huzurevi, bir öğrenci yurdu ve bin çocuğu kabul edebilecek kapasiteli yazlık kamptırlar.

Bu insan sever ruhi işlev, Halkida, İstiea ve Kuzey Sporades Metropoliti saygıdeğer Hrisostomos başkanlığında kurumun beş kişilik yönetim kurulu, diğer kuruluşların yönetim kurulları ve bu işleve inanmış mutekitlerin çabasıyla başarıyla sürdürülmektedir.

Yeni Ruhi Kolimbidra [*]

Aziz İoannis insanlık için “İlahî Yaşam’ın” en güzel örneğidir, çünkü mucizeleriyle bize ilahî kudreti gösterip insanları iyiliksever bir yaşama ve aziz ruhlarını tanımaya yönlendirir. Aziz, bizlerin yalnız bu hayata ait olmadığımızı fakat göklerin ve geleceğin sonsuzluk hayatına da ait olduğumuzu yaşamıyla eğitmiştir. Ruhumuz ölümsüz ve sonsuzluğa aittir.

Aziz İoannis mucizeleriyle insanların ruhlarına: göklerin ışığını, kıskançlık ve kibre karşı ilahi gücü, kendini inkâr etme, kendini feda etme gücünü, şahsi ve sosyal yaşam terbiyesini, maddeci hayatın bağlarını koparabilecek gücü verir. İnsan ruhunu değişime uğratabilecek kudreti olup, insan hayatının başarılarını engelleyen dağları uzaklaştırıp, insana ruhunu yenileyecek gücü verir.

Aziz İoannis mucizeleriyle, daha sonra okuyacağınız gibi, geceli gündüzlü çabalarıyla insana iç dünyasının özgürlüğünü verir; bu özgürlük de insanlığa ve uluslara hayat verir. Her yıl, yüz binlerce kişi, Ortodoks Kilisesine ait Aziz Naaş’ının önünden sükûnet ve saygıyla geçer. O da, güçlülerin güçlüsü yardımsever Allah’tan aldığı yaşam gücünün ışığını onlara verir.

 

RUS AZİZ İOANNİS’İN MUCİZELERİ

Aziz İoannis Hrisostomos Matheus’un (8:4) bölümünü açıklarken Allah Oğlu İsa’nın (İncil’den gelen bilgilere göre) on iki kez ondan bir mucize neticesinde şifa bulmuş mutekitlerine bu mucizeyi kimseye iletmemelerini istemiştir.

“Mütevazılığı ve iktidarsızlığı eğiterek, hiç kimseye söylemeyin buyurdu” ve böylece “Onlardan sûkut rica etti, başkaların övgüsünden kaçınıp, iyilikseverlere iktidar tutkusuna kin duymalarını eğitti”.

Başka durumlarda ise, Luka 8:38- 8:39’a göre cinnet geçirmiş adamın içinden cini kovduktan sonra evine dönüp Efendimizin yapabileceklerini anlatmasını ister “Evine dön ve Allah’ın yaptıklarını anlat”.

Allah Oğlu İsa göklere erişene kadar uyguladığı pratik gereğince (paravollerle [*] konuştuğundan dolayı) büyük olguları ve mucizelerinin çoğunu, saklamıştı. “Çünkü O Kendisi hakkında ne kadar konuşursa, o kadar O’nu anlayamayız”.

Aziz Tapınağımızda sağlıklarının bulmuş ve kayıtlarımıza geçmiş birçok mutekit, tirajı binleri aşan kitaplarımızda biyografilerini, adlarının ve adreslerinin saklı tutulmasını istemişlerdir. Böylece yaşadıkları kent ve köyde veya iş yerlerinde doğacak iyi veya kötü niyetli tartışmalardan kendilerini uzak tutmaya çalışmışlardır.

Agion Oros’ta [*] veya başka manastırlarda yaşayan birçok Erimites[*], Askites, [*] mucizevî birçok olaya tanık olmalarına rağmen mütevazı ve alçakgönüllülüklerinden dolayı kendi ruhi çevreleri[*] dışında hiç kimseye bu semavî olayları anlatmazlar. Şahsen burada adı geçen olayları yaşayan insanların ad ve adreslerini gerekirse daha sonra açıklayacağım. Aziz’e kırkı aşkın sene hizmetim süresince yüzlerce mucize yaşadım.

Diğer taraftan bu mucizeler Aziz’e karşı yerine getirdiğim uzun vadeli dini görevlerimi yerine getirdiğim dönemde olmuşlardır ve ruhî mesuliyeti bana aittir.

Bu basit fakat seyrek rastlanabilecek hayranlıkla izlenebilecek semavî olayları hep beraber yakından inceleyelim.

Deniz Kazası

Άγιος ΙωάννηςTepesine kadar yüklü bir yük gemisi Kuzey Buz Denizi’nin ortasında Hollanda limanlarına doğru giderken fırtınaya yakalandı. Gemiyi döven büyük dalgalar neredeyse gemiyi denizin dibine çekeceklerdi. Onlarca Yunan gemici son anlarını yaşadıklarını sanıyorlardı. Fırtına neticesinde geminin otomatik pilotu ve radarı bozulmuştu. Meçhule doğru yol alıyorlardı. Fırtınanın içinde büyük tecrübeye sahip kaptanın sesi duyuldu, artık gereksiz emirler vermiyor ve samimiyetle denizcilerine durumu izah ediyordu “Batıyoruz kendinizi Allah’a emanet edin”. Gemisinin kayıp olabileceğini gören kaptan gemisinde bulundurduğu ikonostasio [*] önünde diz çöker. İkonostasio içerisinde bulundurduğu Rus Aziz İoannis’e yakarmaya başlar: “Aziz’im ne kendim ne de büyük değerlere mal olan bu gemi için sana yalvarıyorum fakat şimdi kaybolmaya yüz tutmuş, ekmeklerini yabanda denizin tuzuyla yoğuran bu garip gemiciler ve aileleri için, senden onları kurtarmanı diliyorum” der.

Bütün gece soğuk denizin dalgaları ve fırtınanın çığlıkları içerisinde kaptan duasına devam eder. Şafak vakti denizciler gözlerine inanamazlar, Gemi Rotterdam limanının emin bir noktasında bağlanmış durmaktadır. Faciayı geçiştirip onları oraya götüren pilot kimdir? Rus Azizi İoannis’dir. Bunun aksini geminin kaptanı Dim. Varutsikas’a kimse iddia edemez. Okyanuslarda görmediği kalmamış tecrübeli kaptan, bu mucizeyi yaşadıktan sonra, gemisini tadilat için Rotterdam’da bırakıp Yunanistan’a iner. Hanımıyla birlikte kilise malzemeleri satan bir dükkâna giderek satın alabileceği tüm değerli kilise gereçlerini alarak Aziz İoannis’in kilisesine armağan eder.

Bu gün bu armağanlar, çaba ve acılar içerisinde yaşamlarını çıkaran denizcilerin anısına Agia Trapeza’yı [*] süslemektedirler.

23-01-1978

Baston

Rus Aziz İoannis’in kilisesine geldiğinizde, Aziz’in proskinitario’sunun[*] önünde asılmış, ganimet gibi duran basit bir armağan göreceksiniz. Bir baston! Baston, Kıbrıs’ın Magosa bölgesinde bulunan Frenaro köyünde yaşamış yaşlı Maria Siaka’ya aitti. Yaşlı kadın on sekiz yıl süresince, yüzü yere değecek kadar kamburdu. Maria Siaka 11 Ağustos 1978 senesinde yüz kadar Kıbrıslı ve yaşadığı köyün sakinleriyle birlikte Aziz’i ziyarete geldiler Refakatçiler yaşlı kadını ellerinin üstünde taşıyarak duasını yapmaya yardımcı oldular.

Hayatın acı cilvesinden vurulmuş yaşlı kadın Aziz’in naşına bakarak gözleri yaşlarla dolu yaşamının bu son günleri için “ilahi bir yardım” diler. Aziz kadının temiz ruhunu, inanç dolu acılı yaşamını görür; böylece Kilise’de bulunan herkesin gözü önünde, görünmez bir el kadını omuzlarından tutup yavaş yavaş vücudunu doğrultmaya başlar. Omuriliği inanılmaz çatırdamalarla normal şeklini alır. Nine dimdik ayakta dururken tüm refakatçiler gözyaşlarını tutamazlar, kilisenin çanları çalmaya başlar, o gün kilise içerisinde bulunanların tümü “efharistirya paraklisi’si”[*] için yerlerini alırlar.

Yazılan bu satırları yalnız bir mucizeyi yaşayanlar anlayabilir. Duadan sonra yaşlı kadın “Ben fakirim sana verebileceğim herhangi bir şeye sahip değilim, fakat ölümüme kadar bana faydası olmayacak bu bastonu sana bırakabilirim” der ve bastonu Aziz’in naşının yanına bırakır.

Lefkoşa gazeteleri günler boyu bu mucizeyi sayfalarında bulundurdular, haberi verirken “Bu günden sonra Maria Siaka Aziz İoannis’in Kilisesine yaptığı ziyaret ile Aziz’in lütfu ve mucizesiyle, yıllar boyunca sürünerek yaşarken belini doğrultarak ahbaplarının gözlerine bakabilir oldu.” Şeklinde makaleler yazıldı.

11-8-1978

Bilginin Yaşadığı Mucize

Evia’nın Limni kasabasında yaşayan Doktor Matzoros, Halkida Metropoliti Hrisostomos’a yönelerek:

«Sevasmiotate [*], ben ne dindar ne de cahil adamım, doktorum ve öncesinde Allah’a inanmayan bir insandım. Hastalandım. Araştırma ve analizler neticesinde meslektaşlarım, olabilecek en ağır şekliyle, bağırsak kanseri buldular. Hastalığım beni en kısa zamanda ölüme yöneltecek şekilde ilerliyordu.

Atina’daki Kanserle Mücadele Hastanesi Pandokratora’ya gittim. Hastalığımın gidişatı hakkındaki bilgileri aldıktan sonra, kendime gelip de yatakta yalnız kalınca tüm zihnim, kalbim ve ruhumla inanmadığım Allah’a yöneldim. Yatağıma oturup ayaklarımı yere basınca kendi kendime konuşmaya başladım. Allah’ım dedim, sana inanmıyor bir masal olduğunu söylüyordum. Her şeyin insana ve bilime bağlı olduğuna inanıyordum. Hepsinin şu an sıfırlandığını görüyorum. Pişmanlığımı kabul et ve şifamı kayda değer buluyorsan yöremizin Azizi vasıtasıyla sağlığımı bana bahşet, der demez oda kapısını çalıp içeriye gayet yakışıklı genç bir doktorun girdiğini gördüm.

-Nasılsın Doktor, Matzoro bey, sağlığın nasıl gidiyor? Diye sormaz mı?

-Ne yapayım meslektaşım,  ölüyorum diyebilirim.

-Hayır doktor ölmüyorsun. İçindeki ne ise onu alıyorum!

-Delikanlı sen kimsin? Saçlarım bilimle uğraşarak ağardı ve neye yakalandığımı gayet iyi biliyorum.

-Biraz önce çağırdığın kişiyim, iyi günler doktor!

Hemen koridora çıkıp kimin olduğunu öğrenmeye çalıştım. Doktorlar üzüntümden bir anlık rüya gördüğümü iddia ettiler.”

Fakat Doktor Matzoro gerçekte ilk önce Allah’la, sonra Aziz’le konuştuğunu iddia eder ve doktorlardan hastalığını bir kez daha araştırmalarını ister.

Bu olaydan sonra birçok kişi farklı analizleri kıyas edip birincisinin kanserle dolu diğerinin tertemiz olduğunu görürler.

“Sevasmiyotate, dindar değilim fakat Aziz’i gördüm, şifamı buldum”

10-4-1964

Çocuklara Yönelik Mucizeler

Aziz İoannis özellikle çocuklara karşı sevgi besler. Bu olgu Efendimiz Allah Oğlu İsa’nın sevgisini gösterir. “Bırakın çocukları bana gelsinler” (Matta 18: 3 –19: 14), “Eğer hayat tarzınızı çocuklarınki gibi alçak gönüllü, dalgın, kurnazlıklardan yoksun şekilde değiştirmeseniz göklerin krallığına gelemeziniz”

İki Kardeşin İyileşmesi

Kıbrıs’ın Limasol şehrinde bir aile acıklı anlar yaşıyordu. Kan kanserine tutulmuş altı ve sekiz yaşlarında iki çocukları vardı. Ebeveynleri ve bilim onları hayatta Ο σταύλος του αγίου Ιωάννηtutmaya çalışıyorlardı. Çocuklarını yüzleri sararmış, yaşamaktan bezgin, oyunlardan uzak gören ebeveynlerin kalpleri günden güne sıkılıyordu. Bir tanıdıkları onlara mucizeler yapabilecek Aziz’in Yunanistan’daki kabrinden söz edip onlardan inançlarına güvenmelerini ister.

Çocukların yüzü ikonostasyo kandilinin ışığında geceleri daha da sarımsı görünüyordu; buna dayanamayan anne ve babaları ikonostasyonun önünde diz çöküp Aziz’e yakarıp yardım dilediler:

-Aziz İoannis ne olur çocuklarıma şifa ver bu acıya katlanamıyoruz, ne olur bir gün de buraya Limasol’un bir köyüne gel de bu acıyı gör!

Babaları gözyaşları içinde uyumaya gittikten birkaç saat sonra anneleri de onu takip eder. Şafak vakti anne gözlerine inanamaz, çocukların yüzleri bezgin değildir tam tersine şifa dolu pembe yanaklara sahiptirler. Derhal çocukları giydirip onları kontrol eden profesöre giderler ve ondan kan analizini yenilenmesini isterler. Profesör iki gün önce çocukları muayene ettiğini ve yeni analizlerle onları yormaya gerek olmadığını söyler. Fakat annelerinin lütfu ve babalarının ısrarı üstüne kan tahlillerini yenilemeyi kabul eder. Yenilenen analizler neticesinde alyuvarların durumunun normal oluğu saptanır. İnancın mucizesi yerini bulmuştur!

Ebeveynler aynı boy ve kiloya sahip, çocukların benzeri iki mum yaptırdıktan sonra uçakla Atina’ya, oradan da Aziz’in kilisesine gelip “hürmet ve teşekkürlerini” Aziz’in naşı önünde sundular. Zaten bundan fazla yapabilecekleri herhangi bir şey yoktu. Kilise’den ayrıldıktan sonra arkalarında iki çocuğun mumdan büstlerini bıraktılar ki bunlar bugün bunlar kiliseyi süslemektedirler. Bunlar herkese Allah ve Aziz’lerinin mucizelerini hatırlatırlar.

30-6-1980

Kutsal Hayal

– Genç insanlarsınız ve önünüzde bir ömür var, tabi ki bu sizin ilk çocuğunuz, fakat ne yapalım size tüm gerçeği söylememiz lâzım. Çocuğunuz ölüyor, akit kan kanseri var. Size önerim çocuk son zamanlarını tıbbi yardımla evinde geçirsin. Kırılmayın genç insanlarsınız.

Bunları söyleyen Atina Çocuk Hastahanesi’nin bir profesörüydü. Sözünü, üç yaşındaki çocuklarını kan kanserinden kayıp etmeye yüz tutmuş, ebeveynlere yöneltiyordu.

Hep beraber evlerine döndüler. Evlerinde ebeveynlerin anne babaları, kardeşleri yakınları, toplam 3-5 kişi oturup sessizce anne baba ve çocuğa manevî destek vermeye çalışıyorlardı.

Çocuğun babası Aziz’e hitaben:

-“Aziz’im” diye bağırıyor “ ilk çocuğumun ölümüne katlanamayacağım. Onu kilise’nde vaftiz ettik lütfen hatırla Aziz’im … (1925 ten bu güne kadar 11.253 çocuk Aziz’in kilisesinde vaftiz oldular).

Akrabalar bir ağlayan babaya bir çocuğa bakıyorlardı. Ne görsünler? Çocuk gözlerini açıp eliyle duvardaki bir ışıltıyı gösterdi! Herkes o tarafa bakınca bir an şimşek gibi Aziz’in görüntüsünün geçtiğini gördüler!

O andan sonra alyuvarlar çocuğun damarlarında yerini buldu. Çocuk şifasını buldu. Allah’ın ve Aziz’lerinin adı şanlı olsun.

27-7-1981

Din Bilgisi Kitabı Gibi

Atina’nın iki büyük çocuk hastahanelerinin birinde çocuk felcinden iki ayağı felçli çocuğun başucunda bulunan annesi gece gündüz çocuğuna destek vermeye O ναός που προσευχότανçalışıyordu (hastalığı hakkındaki tüm gerekli evraklar dosyasında bulunuyordu). Çocuk Patra şehrinden, durumu kötüleştiğinden dolayı, acilen Atina merkez hastahanesine gönderilmiş ve doktorlar kalsiyum eksikliğinden doğan sağlık problemlerini iyileştirmeye çalışıyorlardı.

Bir akşamüstü güneş ışıkları hastanenin duvarlarında gölgeler yaratırken, anne bir anlık bu vakitte Patra’da Meryem Ana eksoklisisine [*] gittiğini, bazen kocası ve bazen de çocuklarıyla birlikte kandilleri yakıp dua ettiklerini hatırladı. Zihni bir anda eksoklisinin civarına gitti ve zihniyle dua etmeye[*] başladı:

– Meryem Anacığım, bir ana olarak katlanabileceğin en büyük acıya katlandın, lütfen çocuğuma yardımcı ol. Meryem Anacığım lütfen bir Azizini gönder de bu çocuğun ayağa kalkabilme çabasını görsün. Acıya katlanan bu çocuğa yardımcı ol!

– Anacığım kiminle konuşuyorsun?

– Yorgaki oğlum, hatırlar mısın okulundaki din bilgisi kitabının yazdığı gibi Efendimiz Filistin’de yaşarken cin çarpmışları iyileştirdi, körlerin gözlerini açtı, felçlileri yürüttü, ölüleri diriltti? Söyle, Yorgaki sen de iyi bir çocuksun ve seni dinleyecek, söyle ki İsa seni de iyileştirsin.

Çaresiz çocuk önce gözlerini anasına çevirdi sonra duvardaki ışık oyununa dalgın dalgın bakıp kafasını yukarıya kaldırdı ve gökyüzüne bakmaya çalıştı.

Gece yarısına doğru Yorgaki rüyasında sağlam bir at üzerinde bir süvari görmüş. Süvari önünde durup da ona seslenmiş:

–         Yorga’ki ayağa kalk, sıçra ve atıma bin!

–         Felçliyim ayaklarım beni tutmuyor ki ayağa kalkayım.

– Ver elini Yorga’ki, Rusya’dan gelen Aziz İoannis’im, beni O gönderdi, ianesini ve şifa gücünü gönderiyor, ver elini ve ata bin.

Küçük çocuk uykusunda yataktan kalkmaya çalışırken annesi düşmemesi için onu tutmaya çalıştı.

– Anacığım yardımcı ol, Rus Azizi İoannis yatağımdan kalkmamı istedi.

Sabahleyin gece vardiyasındaki hemşireler Patra’dan gelen felçli çocuğun geceleyin yürüdüğünü profesöre ilettiler. Profesör derhal onu muayene etti ve gerçektende ayaklarının iyileştiğini ve yürüyebileceğini tespit etti. Profesör annesine hastanede artık bir işleri kalmadıklarını söyleyip onları Allah’a emanet etti!

17-8-1977

Akromegalia

Mesul doktor rahmetli Profesör Horemis’in grubu yeni doğmuş çocukları için genç çifte acıklı haberi verdiler. Çocuğun nadir bir hastalıkla doğduğunu ve zayıf olduğundan dolayı hipofiz bezine uygulanması gereken ameliyata hazırlık için uygulanması gereken tedaviye dayanamayacağını belirttiler. Doktorların ebeveyne önerileri: belli bir zaman bekledikten sonra, eğer çocuk dayanıklıysa, gerekli tedaviye başlamaktı. Anne önerilere kulak asmayıp kocasını varlıklarını satıp Paris’e gitmeye ikna etti. Paris’in en ünlü enstitüsünün doktorları Atina’daki meslektaşlarıyla aynı fikirdeydi, çocuk bu operasyonlara dayanacak kadar güçlü değildi. Doktorlar ne söylerse söylesin annenin fikri başkaydı. Ana ki Allah’ın isteğiyle yaratıcı, O’nun yaratısına yardımcı olmak için yaratılmış; kendi parçasını yaşatma isteğiyle dolu, gerçek acı çeken ana kimseyi dinlemeyip “çocuğumu kurtarın” diye yalvarmaya başladı. Hastanede kalan çocuk aniden yüksek ateş yapınca annesi yüksek ateşten yanan çocuğunu kapıp bir taksi ile şifalı sulara sahip orta Fransa’nın Visi kentine gitti. Aynı kentte Meryem Ana’ya adanmış Rus Ortodoks Manastırının varlığını öğrencilik yıllarında tanıyan ana derhal manastıra gidip Meryem Ana ikonasının önünde dua etmeye başladı: – “Meryem Anam, artık takatim kalmadı. Eğer çocuğum ölecekse senin ikonanın önünde ölsün. Yalvarıyorum. Sen de anasın ve Sen de çocuğunun çarmıha gerildiğini gözlerinle gördün. Bir ana olarak dayandın ben dayanamayacağım, bak dünyaya ne getirdim, ona yardımcı ol.!” O anda kilisenin içinde, kiliseye ziyarete gelmiş ve az Yunanca bilen Sergios İvanoviç ananın bu yakarmalarını işitti. Az bildiği Yunanca ile: – “Yunanistan’da bizim bir vatandaşımız var. Adı Rus Aziz İoannis. Çok mucizeler gerçekleştirmiş, üzerimde yıllardır taşıdığım bir ikonası var, gerektiğinde ona dua ediyorum. İkona ile çocuğunuzu takdis edeceğim. Allah büyüktür” deyip çocuğu takdis etti. İkonayı çocuğun alnına dayadığı anda çocuk balık gibi çırpınmaya başladı. Yüzü soğuk terle doldu. Anası dudaklarını çocuğun alnına dokuduğunda ölüm ateşinin düştüğünü ve çocuğun gayet serin olduğunu anladı. O gece manastırda bulunan herkes “teşekkür duasına” katıldı. Ertesi gün ana çocuğu hastaneye geri götürdü. Üç ay sonra çocuk hastaneden ameliyatsız elleri ayakları düzelmiş ve kemiklerinin büyümesi normalleşmiş bir durumda taburcu oldu. Fransız doktorlar “olağanüstü ilmin mucizesi” diyorlardı. Anne ise “Azizlerin olağanüstü bir mucizesi” diyordu ve bugün (1976 da) çocuğunun tahsilini sevinçle izliyor. 12-11-1974

Beyin İnmesi

Papadimitriu ailesi Akdeniz Anemi’li [*] çocuklarını koma halinde Atina’nın Agia Sofia Çocuk Hastanesine götürdüler. Hastalığı dolayısıyla çocuğa sık sık kan veriliyordu. Fakat koma durumu hastalığıyla alakadar değildi. Doktorlar çocuğu hemen bakım altına alıp röntgen odasında götürdüler. Sorumlu doktor bayan Papadimitriyu’yu röntgen odasına davet edip kız çocuğunun beyninde kan pıhtılaşmasının saptandığını ve çocuğun ölüme sürüklendiği açık olarak söyleyip röntgenden beynindeki lekeyi gösterdi.

Aile Atina’da kalmasına rağmen annenin doğduğu köy Rus Aziz İoannis Kilisesi’ne gayet yakın olduğundan, anne Rus Azizi’nin mucizelerinden haberdardı. Anne içtenlikle Azize yakardı.

– Azizim, sana yalvarıyorum Vasula’mı kurtar!

Doktorlar ve anne bir an için görünmeyen bir elin kızın beynindeki kan pıhtılaşmasını topladığını gördüler. Kız komadan yavaş yavaş uyanıp anasına seslendi. Anne neredesin? Annesi sadece buradayım diye fısıldayabildi ve sevincinden sessizce ağlamaya başladı. Allah’ım Azizlerinle ne kadar Büyüksün!

Vasula bu gün (1976’da) 19 yaşında ve cana yakın bir oğlanın annesi.

4-6-1976

Küçük Bir Çocuğun Dramı

Her anne çocuğunun güzel elbiselere bürünmüş, süslü, çocukların en güzeli ve en iyisi olmasını ister! Patra şehrinin dar bir sokağında tavanı alçak bir evde bir aileΝαός αγίου Ιωάννου στην Εύβοια kendi dramını yaşıyordu. Ailenin ikinci çocuğu doğduğu günden beri dili dudaklarının dışındaydı ve sarkıyordu. Çocuk yaşamanın ilk günlerinde anne sütünü emmeye çalışmasına rağmen dili dudaklarının 3 – 4 santim dışında sarktığından dolayı başaramadı. Anne çocuğu ile evine kapanıp üç yıl boyunca Atina’daki hastane ve doktorlara gidip geldi. Çocuğun dili gün geçtikçe uzuyor ve dudaklarından sarkmaya devam ediyordu. Salyası devamlı ağzından akıyor ve çocuğun görüntüsü gün geçtikçe vahimleşiyordu. Anne Allah’tan ona yol göstermesini diliyordu. Doktorlar dilinin kesilmesini tavsiye ettiler, fakat dili kesilirse çocuk gelecekte bir daha konuşamayacaktı. Bunu kabul etmeyen aile bütün varlıklarını satarak çocuğu İsveç’in Stockholm kentinde bulunan özel bir kliniğe götürdüler. Oradaki doktorların tespiti de aynıydı “çocuğun dili kesilmeli”. Ebeveynler kabul etmeyip evlerine telefon açıp ailelerine döneceklerini bildirdiler. Acıları daha fazla konuşmalarına bile izin vermiyordu. Büyük küçük tüm akrabalar ümitle onları karşılamaya gittiler; fakat çocuğun durumu, ebeveynlerinin düşük morali, uzun yolculuğun yorgunluğu herkesi hayal kırıklığına uğrattı. Ne desinler? Hoş geldiniz! Onları nasıl teselli etsinler? Gözyaşları içerisinde onları karşıladılar. Karşılayanların arasından bir ses duyuldu. Aralarında dindar Allah’a bağlı Azizleri seven bir kadın, anasına “çocuğu Rus Aziz İoannis’e bağışla hepimiz onun şifası için Azize dua edelim. Allah sesimizi işitir Azizi gönderip bize yardımcı olur. Hepimiz ne kadar yorgun olsak da bu civarda bulunan Pandanassa kilisesine gidip dua edelim” der. Aleksis Karel ise fikri destekleyerek “başkaları için yapılan dualar Allah tarafından işitilir” der. Kilisenin ihtiyar papazı oraya giden akrabalara katılır ve hep birlikte tüm gece boyu Aziz’e dua ederler. Sabaha karşı hep birlikte ailenin evine dönerler. Anne ışığı açar açmaz sevinçten ağlayarak bağırmaya başlar: – Aziz İoannis bu yorgun, üç yıldır gözyaşı dinmeyen gözlerim neler görüyor? Nasıl bu kadar çabuk yardımımıza geldin? Herkes o gün çocuğun acısının son bulduğuna şahit oldu. Dili yerine çekilip çocuk konuşmaya başladı. İnsan aklının alamayacağı bir olguydu bu. Birçok kişiye göre inanılmayacak bir masal, duygu ve mantıkla yaşamlarını sürdürenlerin anlayamayacağı bir olay! Fakat mutekitler için olgu gayet açıktı “İnanç göremediğinize inanmaktır” 16-5-1966

Yüz Kilometrelik Yürüyüş

Eviya’nın Kuzeyinde bulunan İstiea kasabasında bir çocuk ayakları sırtına yapışık olarak doğdu. Ebeveynler 3,5 yıl süresince doktorlarla uğraşmışlar ve birçok ameliyattan sonra doktorlar bebeğin ayaklarını doğrultup normal yere getirmeye becermişlerdi. Fakat tespitlerine göre sinir uçları ayaklarında gelişmediğinden dolayı çocuk bir daha yürüyemeyecekti. Eve felçli gibi dönen çocuğun babası Aziz İoanis’i hatırlıyor ve O’na yakarıyor “Aziz İoannis hayatım boyunca bu zavallı çocuğu felçli olarak nasıl görürüm bu hayata nasıl katlanırım? Bu ağrıyı nasıl taşırım? Sen ki o kadar insana sağlıklarını vermişsin bu çocuğa yardımcı ol ayaklarında dursun, bu ianen için vereceğim bir şey yok fakat çıplak ayakla sana gelip bahçemdeki tek canlı olan koyunu sana bağışlayacağım” der. Böylece ana, baba ayakları çıplak birisinin omzunda koyun diğerinin omzunda çocuk kiliseye doğru yola çıkarlar. İki buçuk gün süresince Evia’nın ormanlarından uçurumlarından geçerek İstiea’dan başlayarak Prokopio’ya Aziz’in kilisesine gelirler. Umutları Aziz’in onları dinlemesi ve çocuklarına şifa vermesidir. Kilise’ye vardıklarında baba koyunu Aziz’in naşına bağlar, acısını rahiplere anlatıp onlardan yardım diler. Hep beraber dua etmeye başlarlar, koyun da sahibinin acısını anlar gibi melemeye başlar. Ebeveynler gözyaşları içerisinde papazlarla berber dua okurken, çocuk kutsal naşın bulunduğu mermerin üstünde yatmış onları izlemektedir. Bu insanların acısı da bilmediğimiz başka bir ok insanın acısı gibidir. Akşamleyin ebeveynler ne manastırda ne de otelde kalmayı kabul ettiler, böylelikle kilisenin kilitli kapısının önünde bir yorgan koyup uyumaya çekildiler. Gece yarısına doğru babası felçli çocuğunu uyandırdı, bunu duyan anne kocasına dönerek: – “Anastas saat kaç, çocuğu niye uyandırıyorsun?” diye sordu – “Hanım kalk Aziz mucizesini yaptı! Kalk oğlum bana biraz su getir” dedi. – Aslında baba susamış değildi fakat Aziz’in mucizesini görmek istiyordu. Çocuk kalkıp hayatının ilk adımını attı. Ebeveynler gece vakti bağırmaya başladılar. Bütün köy ayağa kalktı ve Allah’ın mucizesinin Aziz’in vasıtasıyla nasıl gerçekleşebileceğini gördü. O günden itibaren her sonbahar bir delikanlı sırtında bir kuzu alıp Aziz’e gelir ve kutsal naşı öpüp işine geri döner.

19-9-1976

DİĞER MUCİZELER

Kanserle Savaş Hastanesi: Agios Savvas (1978)

Atina’nın bu büyük hastanesinde bir anne kansere karşı savaş verirken hastalığına yenilmiş görünüyordu. Doktorlar çocuklarına haber verip analarını hastaneden almalarını istediler. -“Hastanede kalıp da daha fazla çabalamayın, anneniz için hiçbir umut kalmadı. Evinize götürün eğer yaşamını burada yitirirse bürokrasi ve formaliteler sizleri daha fazla üzecek” Hastalığına karşı savaşı kaybettiğine dair gelen haberden sonra Kavala’dan gelmiş beş kardeş annelerin baş ucunda toplanıp ağlaşmaya başladılar. Hayatın kökü biricik analarının kaybı için ağlıyorlardı. O an odanın önünden geçen bir kadın çocukların durumunu görür görmez olanları anlayıp onları teselli etti: “Çocuklar anneniz mi?” diye sordu, “bakın üzülmenize gerek yok, ilimin ve doktorların da üstünde Allah ve onun Azizleri var, siz insan olarak yapabileceğiniz her şeyi yaptınız. Ben Evia’da bulunan Rus Aziz İoannis’in kilisesine dua etmek için gitmiştim ve naaşının üstünde yanan kandilden burada yatan bir hastamı kutsamak için biraz yağ aldım, aynı yağla ananızı da kutsayalım. Allah büyüktür” deyip analarını kutsar. Gerçekten de bir hastaneye gidip acı çeken bilmediğimiz bir hastanın yanına oturarak onunla bir iki laf eder ona cesaret verirsek hem hastanın moralini yükseltir, hem de acısını dindiririz! Hatta hiçbir şey söylemeden yanında oturursak bile onu cesaretlendiririz. Yabandan gelen kadın analarının alnını bir pamukla kandilin yağıyla kutsadıktan sonra “geçmiş olsun” dileyip odadan ayrıldı. Gerçekten de kilisemizin umutlarından biri, şifa verebilecek ilahi bir gücün kilisede bulunan kutsanmış ayazma, efheleo[*], kutsal naaşlarla, kilisede kullanılan kutsal gereçlerle insanlara geçebileceğidir. Bu maddesiz, inşa edilemeyecek Allah Kudretinin hasta ve zeval kişilere bu yolla geçebileceğini İoannis Hrisostomos ve Zigavinos[*] gibi Dinsel Bilgelerimiz [*] de kabullenmişlerdir. Daha da gerçekçi olacaksak Allah Oğlu İsa’yı veya onu Azizlerini yanımıza gelmelerini istemeye layık olmadığımızdan bu basit yollarla Onlar’ın yalnızca şifa güçlerini dilememiz mümkündür. Yine konumuza dönelim. Bir anlık suskunluktan sonra hasta ana gözlerini açtı ve çocuklarının ağladıklarını gördü. Büyük kızını yanına çağırarak: – “Çocuğum niye böyle ağlıyorsunuz?” Diye sormaz mı? – “Anacığım günlerdir bizi göremeyecek, bizimle konuşamayacak bir durumdasın, bir de neden ağladığımızı mı soruyorsun?” – “Evet kızım, biraz önce bana bir asker geldi ve adının Rus İoannis olduğunu söyledi. Alnımı kutsayıp okşadı ve iyi olacağımı söyledi.” Böylece tedavi edilemez derecedeki kanseri yenerek şifasını buldu. Allah’ın ve Aziz’in isteğiyle ana bugün (1978 de) çocukları ve torunları ile birlikte yaşıyor.

8-8-1978

“Beyin Ameliyatını Kabul Et”

Atina’nın ünlü bir inşaat mühendisi, son zamanlarda onu rahatsız eden baş ağrıları ve rahatsızlığın sebebinin, muayenelerden sonra, beyin tümörü olduğunu öğrendi. Doktorlar alnının civarında yapılacak bir ameliyatla tümörün alınabileceğini fakat son kararın ona ait olduğunu söylediler.

Doktorlar, hastanın isteği üstüne dürüstçe, ona tüm detayı ile ameliyatın başarı derecesini anlatılar. Bu tür detaylar hastayı daha da kararsız yaptı, böylece hasta içine kapandı ve bu moral bozukluğu ona daha fazla acı vermeye başladı.

Birkaç gün sonra gece saat üçe doğru telefon onu uyandırdı. Karşı tarafta on iki yaşındaki yeğeni, kız gerçek bir melek.

– “Dayı sen misin?”. “Dayıcığım kusura bakma bu saate seni uyandırdım. Şimdi uyandım. Seninle alakalı bir rüya gördüm. Rüyamda yakışıklı, uzun boylu, sarışın bir genç bana ‘kızım ben Rus Aziz İoannis’im, mühendis dayına söyle ameliyatı yapsın ve onu hiçbir şey korkutmasın, cerrahın elini ben tutacağım, dayına bir zeval gelmez’ dedi”.

–         … – “Dayıcığım Aziz’e hayır deme”. Mühendis bu telefondan sonra operasyonu kabul etti. Ameliyat büyük bir başarıyla gerçekleşti ve tümör çıkarıldı. Mühendis kız yeğenini de yanına alıp Aziz’in kilisesini ziyarete gitti. Yüzleri parıldıyordu. Mühendisin alnındaki sargı bezleri halen dikişleri saklıyordu. Bizlere “Doktorlar çıkmamamı söylediler, fakat dayanamadım, buraya gelip kalbim ve ruhumla Aziz’e teşekkür etmek istedim. O kendiliğinden insanlar çağırmadan, onların yardımına koşuyor” dedi.

10-3-1980

İlk Uçakla

New York’un büyük hastanelerinden birisinde ameliyat için her şey hazırdı. Ayva büyüklüğündeki tümör Yorgo Skura’nın akciğerinde bulunuyordu. Kendisi Amerika’da yaşayan bir Yunan idi. Karısı Atanasia’nın ameliyatı erteleme isteği üzerine doktorlar operasyonu iki gün için ertelediler.

Ne olmuştu? Operasyon öncesinde ruhunun içinden gelen bir istekle Aziz İoannis’in Kutsal Naşı önünde bulunan kandilden biraz yağ ve ayazma alıp kocasına götürmeyi düşündü. Bize telefon açtı ve bir taksiyle hava alanına ve oradan da ilk uçakta New York’a bu basit hediyeleri göndermemizi rica etti.

Öyle de oldu. New York’un büyük havalimanında Atanasia yalnız iki ufak şişecik değil fakat bunların vasıtasıyla Aziz İoannis’in yardımını da bekliyordu. Küçük paketi eline aldığında gözyaşlarını saklayamayarak “Allah’tan ilahi şifasını” diliyordu.

Atanasia hemen hastaneye kocasının yanına koştu. Yorgo Aziz’den kabul ettiği ilahi iyiliği karısı vasıtasıyla kabul ederken gözleri dolmuş onu sevgiyle izliyordu. Karısı bundan sonra hastahane müdürüne başvurup kocasına yeni bir röntgenin çekilmesini istedi. Hastahane müdürü şaşkınlıkla eşinin ısrarı üstüne dileğinin yerine getirilmesine izin verdi.

Beklediği mucize gerçekleşmişti, zaten ilk andan mucize olacağına inanıyordu.

Doktorlar yeni röntgende tümörü görmeyince şaşırdılar. Amerikalı doktorlar böylelikle “kayda değer yeni bir ıslah etme yönteminin tıp ilmine dahil olduğunu” söylerken bayan Athanasia Skura kocasının tedavisini Rus Azizi İoannis’in ele aldığını bildiriyordu, eşi ise ailesine ve işine geri döndü ve sabah akşam Allah’a ve O’nun Azizlerine şükür ediyor.

3-6-1983

Bina Senin”

Areti K. kocasının ve kızı Hrisa babasının erken kaybından kendilerine gelemeden insanlığın sömürüsünü yaşadılar. Kocasının üç kardeşi bayan Areti’ye dava açarak ona kocasından miras kalan onlarca milyon değerinde bir mülkün (binanın) tapusunu talep ettiler. Kanunun maddelerini kendi lehlerine değerlendirmeyi başaran üç kardeş en sonunda mahkeme kararıyla binaya sahip oldular. Dul kadın ve kızı yaşadığımız hayatta, orman kanununun geçerli olduğunu ve büyük balığın küçük balığı yediğini anladılar, ne var ki bu mülk dışında başka gelir kaynakları yoktu.

Ana kız bunun böyle geçebileceğini kabul etmeyip bankadaki son paralarıyla hakları için savaş vermeyi kararlaştırdılar. Bu bina kocasının kanı ve teri idi, şimdi de bunun dışında herhangi bir varlıkları yoktu. Bir yüksek mahkemeye başvurup kararı değiştirmeye çalıştılar fakat hem bu davayı hem de temyizi kaybettiler. Tek çareleri durumları için sorumlu en yüksek mahkeme olan Yargıtay’a başvurmaktı.

Salı akşam ana kız baş başa verip verdikleri savaşı ve geleceğin güvensizliğini tartışıyorlardı. Aleyhlerine verilen üç karardan sonra hakkın günü doğacak mıydı? Avukatları başka bir davanın gereği üstüne yurt dışındaydı, yakınlarının tutumu kalplerini taş gibi yapmıştı. Saat 2:30 civarında bu baskı altında uyumaya gittiler. Dul kadın rüyasında kendini kayınlarının tehdidi altında inanılmaz bir durumda gördü. O anda cana yakın bir yabancının ona yaklaşıp: “Bina senin. Davayı hallettim. Zor zamanlarınızda Allah’tan ve O’na hizmetlerini sunan bizlerden yardım dileyin. Rusya’dan İoannis’im . Yarın mahkemeye git” dedi. Bu rüyanın üstüne ana kız uykularını kaybedip sabaha kadar dua ettiler.

Sabah mahkeme kapısında yurt dışından dönmüş avukatlarını gördüler, onlara öğütler verip sakin olmalarını istiyordu. Fakat kalplerindeki gizli umuttan haberdar değildi!

Yargıtay kararı gayet açıktı, bina dul kadına ve kızına aitti.

Azizin kilisesine geldiklerinde beni buldular:

-“Papaz efendi biz daima Allah’ın duacısıydık Kominyon alıp dinin gereklerini yerine getirdik fakat biz buraya hiç bir zaman gelmemiştik hatta Azizin varlığından bile haberdar değildik. Papaz efendi Aziz’ler bizi nereden tanıyorlar, aramızda bulunup da zorluklarımızı nereden biliyorlar?”

28-3-1985

 “Rus İoannis”

Yüksek dereceli devlet memuru Kostantin Polihroniu, Kutsal Vücut’un önünde iki saate yakın ağlayarak dua ediyordu. Üstünde yalnız pijamaları vardı ve bir taksi kilisenin Kuzey kapısında onu bekliyordu. Aziz’le gizli söyleşisi bitince ağır adımlarla terliklerini kilisenin tabanına sürterek oradan ayrılmaya başlayınca onu durdurduk ve isterse durumunu bize anlatmasını rica ettik. Kılığından ve durumdan anladığımız kadarıyla uzaktan geliyordu ve onu dinlenmesi için ağırlayabileceğimizi söyledik.

– “Hayır papaz efendi kulu olduğunuz bu mucize yaratan doktor Aziz beni yıllar boyu dinlendirdi. Eşim bu sabah Evangelismos hastahanesinde beni ziyaret etti . On yılı aşkın bir süre için şu an beni ayakta gördüğünüz gibi ayakta duramıyordum. Kronik bir sinir hastalığı ve nadir bir hastalığın sebebiyle felç olmuştum; hastalığımın neticesinde işimi kaybettim, erken emekliliğe ayrıldım ve iki yıl sonra 80% ayak felci dolayısıyla hastahanelik oldum. Felçli olmak, kötü ruhsal durumum, erken emekliğe ayrılışım, beni içine kapanık bir adam yaptı. Ölü gibiydim.”

“Bu sabah eşim hastahaneye geldiğinde uyuyordum. Beni uyandırmadı ve başucumdaki bir sandalyeye oturdu. Bir an uyuya kaldı. Rüyasında yandaki odada doktorların ziyaret saati olduğunu ve aralarında tanımadığı bir doktorun bulunduğunu gördü. Hanımım yeni doktora hitaben

-‘Doktorum yabancı mısınız? Sizi hastahanede ilk defa görüyorum. Rica ederim, doktorlar yandaki odada on yıldan beri felçli yatan kocamı kaybedeceğimi söylüyorlar. Evimin direğini kaybediyorum. Ölecek. Gelin doktorum bir kez de siz bakıverin bize gayret verin.’

–         Hanımefendim kocanı göreceğim git ve bekle!

–         Peki doktor bey sizi bekleyeceğim. Adınızı rica etsem?

–         Rus İoannis.’

O anda uyanıp sandalyesinden fırlıyor! Aynı anda ben dirseklerime dayanarak kalkmaya çalışıyordum.

-‘Hanım yardım et! Birisi beni koltuklarımdan tutup kaldırmaya çalışıyor lütfen sen de yardım et.’ Kalktım ve ayaklarımın üstüne durabildim, karımın hıçkırıkları doktorları ve hemşireleri odamıza getirmişti. Odanın sorumlu hekimi mutekit bir şahıstı, karımın rüyasından sarsılıp bana hitaben:

‘–Sayın Polihroniu olduğun gibi hastahanenin girişindeki taksilerden birini tutup Evia’nın yemyeşil bayırında bulunan Aziz İoannis’in kilisesine gidip Aziz’in naşına nimet borcunu sun ve geri gel. Ben bu arada seni taburcu edeceğim; fakat taburcu belgesini ben değil bir Aziz imzalayacak. Hem bir Hıristiyan hem de bir bilim adamı olarak söylediğime inanıyorum. Bilimin üstünde Allah’ın ve Azizlerinin gücü vardır’ dedi

“Ben de onun tavsiyesine uyarak, buraya gelip Kutsal Vücut’a nimetimi sundum”

Göz yaşları içinde bize tüm bunları anlatan bu iyi insanın (erkeklerin ağlaması için mutlaka vukuatın çok önemli olması gerekir), Azize şükranlarını sunduğunu gördük. Aynı nimeti, tüm hastanelerde, ıslah yerlerinde ve genelinde her türlü şifa yurtlarında yatan hastalar, bir meleğe bir azize bir Büyüğü’ne mucizeye dayanan şifalarını bulmak için sunmak isterler. Gerçekten bu mucize bazı hastalara iane olunur fakat O’nun seçim kriterlerinin ne olduğu bizim için de bilinmeyen bir olgudur.

22-2-1984

“Arkadaşını Unuttun Öyle Mi?”

Bunu duyduğum veya hatırladığım her zaman aklıma daima barba[*] Niko gelir ve gülümserim. Barba Niko savaştan (ikinci dünya savaşı) önce kurulmuş, Pire’nin Drapetsona semtinde bulunan bir fabrikadan emekliye ayrılmış bir işçiydi. Barba Niko saçlarını tamamıyla kaybetmiş katarakt ameliyatı olduğundan yirmi yıldan beri kalın mercekli gözlük takan biriydi ve diğerleriyle tartışırken veya dua ederken Rus Azizi İoannis için “arkadaşım” diye hitap eden çocuğumsu saf bir kişiliğe sahipti.

-“Papaz efendi bu sene yine arkadaşımı selamlamaya geldim! Dayanamam, bayramında ona mum getirmem lazım! Yıllardır arkadaşız! Nasıl arkadaş olmayalım hatırımı hiç bir zaman bozmadı ne istedimse daima yerine getirdi! Ne arkadaş hem de?”

Günün birinde barba Niko üzgün ve keyifsiz bize geldi, bize selam vermeden kiliseye girdi ve her zaman söylediği gibi, derhal arkadaşı Aziz İonnis ile dertleşmeye gitti. Arkadaşı ile dertleştikten sonra bize hitaben:

-“Bu gün çok üzgünüm, dünden beri çok büyük bir sıkıntım var. Dün sabah saat ona doğru kuzu ciğeri aldım, pişirmesi için hanımıma verdikten sonra bakkala biraz şarap almaya gittim. Bildiğiniz gibi kuzu ciğeri güzel meze olur. Trafik ışığında yeşili beklerken arkamdan bir sesin ‘arkadaşını unuttun öyle mi?’ dediğini işitim. Yolda yalnızdım; arkama baktım kimsecikler yoktu, belki birisi pencereden konuşmuştur diye düşünüp yukarıya baktım civar pencerelerde de kimsecikler yoktu! Fakat ses çok yakından gelmişti. Yeşil ışık yandığında doğruca bakkala girdim ve kulağıma psalmodiya [*] sesleri geldi. Bakkala güzel kaset dedim. Fakat kendisi bunun kaset olmadığını, radyodan naklen yayını olduğunu ve bu gün Rus Azizi İoannis’in anma günü olduğundan dolayı Kiliseye altı başrahibin gittiğini söyledi.”

“Kulağımda hala otomobillerin kornaları, fren sesleri ve insan sesleri var. Haberin üstüne kendimi kaybetmişim nereye bastığımdan habersiz yolun ortasına atlamışım, hatırladığım kadarıyla elimdeki boş kanatayla onlardan durmalarını sinyal edip karşıya geçmişim. Dün ne yedim ne de içtim, bir Aziz arkadaşının sana beni unuttun demesi az mı?”

“O’na yine arkadaşım diyebilir miyim? Bana kızar mı? Papaz efendi sen ne diyorsun?”

Hayır barba Niko sen onun arkadaşısın arkadaşı kalacaksın. Keşke biz de senin mertebene ulaşıp O’nun arkadaşlığının mukabelesini görebilseydik!

11-4-1985

 “Bana Yine Ana Desin”

1976 yılının Haziran ayında Arta ilinin dağlık bir köyünde yaşayan dört orta eğitim öğrencisinden üçü bize geldiler. Aralarında Dimitra P.’nin oğlu Tanaş yoktu. Ailenin tek çocuğu olan Tanaş babasını karaciğerinde gelişmiş bir hastalıktan dolayı kaybetmişti. Anası yoksulluğuna rağmen oğlunun okumasını istemiş ve Arta’ya orta eğitimini görmek için göndermişti. Tanaş ortaokulu bitirdikten sonra liseye devam etmiş ve lisenin son sınıfına gelmişti. Bir gün annesi oğlunun eve dönmediğini öğrenince telaş içinde yakın arkadaşı Yorgo’ya gidip ne olduğunu öğrenmek istemişti.

Ana Yorgo’yu zorlayıp ondan tüm doğruyu istedi. Tanaş’ın Mart ayından beri okula gelmediğini ve ne olduğu belirsiz kişilerle ilişki kurduğunu öğrendi. Kiraladığı odayı boşaltmış ve artık oradan ayrılmıştı.

-“Yani Yorgo, Dimitra teyze, kötü yola bulaşmış. Anlıyorsun?”

Dimtra kendisine şimşek çarpmış gibi his etti, gözleri karardı, bağrına sancı girdi, ağlamak istiyor fakat ağlayamıyordu. Göz yaşlarını kocası için tüketmiş kalbi sertleşmişti. Garip ana kimin için sancılara katlanıyordu? Kimin için aç kalıyordu? Eline geçen paranın bir miktarını daima oğlunun ihtiyaçları için saklıyordu.

Dimitra yolları alıp Arta’ya indi ve her gördüğü adama oğlunu sormaya başladı, hatta kiraladığı odanın sahibi Yorgo’nun söylediklerini tasdik edip bulaştığı grubun içinde kendisinden kırk yaş büyük kirli işlerle uğraşan birisinin olduğunu anladı.

Zavallı kadın nereye gittiğini nereye bastığını bilmez bir durumda yollarda oğlunu aramaya başladı. Bulamayınca köyüne dündü. Onun için artık gece ve gündüz bir olmuş; Allah’tan, Meryem Ana’dan yardım dilemeye başlamıştı.

Üç dört gün geçmeden oğlu geri geldi. Yüzü sert, hırçın bir görünüme sahipti. Bu onun oğlu değildi, evin kapısından son çıkalı bu yüze sahip bu karakterde bir çocuk değildi. Oğluna bir şey sormaya fırsat bulamadı, delikanlı anasının yakasını tutup “paran var mı, ver de gideyim” demez mi?

Anası niye diplomayı bırakıp da bu hallere düştüğünü öğrenemeye çalıştı, fakat oğlu omzunu yakaladığı gibi ona “ parayı ver gideyim” dedi. Ana bu haksızlığa dayanamayıp karşı durmaya çalıştı fakat bir şey diyemeden oğlundan bir yumruk yedi. Oğlu bulabildiği tüm paraları alarak evi terk etti.

Ne var ki hazır para çabuk bittiğinden birkaç ay sonra oğlu eve tekrar aynı zorbalıkla gelip arta kalan birikmişleri de alıp kayıplara karıştı.

Bu dram sekiz sene sürdü. Anne derdinden bir şey yemediğinden bir deri bir kemik kalmıştı. Oğlu keşlerin yuvasından canlı çıkabilecek miydi, yoksa ölüsünü mü getireceklerdi? Belki hapishanelerde çürüyecekti. Bu sorular onu iyice düşürmüş harap etmişti.

Bu kara bahtın içinde yakınları ona tavsiyede bulundular:

– “Oğlun seni öldürecek, iyisi mi sen Eviya’ya git orada mucize yapan bir Aziz’in naaş’ı var, yalvar yakar, o seni dinler yardımına koşar”.

Böylelikle garip kadın kiliseye gelince, hali görülmez durumdaydı. Onunla birlikte Aziz’in önünde dualar ettik, kendisi “Aziz’im lütfen oğlumu geri getir bana öncesi gibi ana desin” diye yalvarıyordu.

Öteki gün oğlu için ayin okundu, ana Kominyon aldıktan sonra yine aynı yakarmalarda bulundu “Azizim onu eve getir bana yine ana desin!” Ana vizyonunu yerine getirdikten sonra köyüne döndüğünde evinin kapısını açık buldu, oğlu onu bekliyordu.

İlk sözü “Ana geri geldim, beni istiyor musun?” oldu.

“Evde kalayım babamın ruhu için, sana yardımcı olayım, tarlamızı ekelim, yanında kalayım. Ana beni affet bütün yaptıklarım için pişmanım, yıllardır sana ve kendime karşı haksızlık etmişim, beni affet” der.

Annesi hüngür hüngür ağladıktan sonra, akşama doğru oğluna:  “Oğlum evine hoş geldin. Otur, ben sabaha doğru O’na doğru yola çıkacağım, seni aradı buldu evine getirdi O’na teşekküre gideceğim” der. Oğlu pek bir şey anlamaz fakat korkusundan sesini çıkarmaz.

İki gün sonra kilise rahipleri anayı görünce kederinden yolu bulamadı geri geldi diye düşündüler. Fakat hayır o da oğlu da yollarını bulmuşlardı. Oğlu ona yine ana demişti.

30-6-1976

1980’in Büyük Perhiz Haftası

Vaia yortusunun [*] pazarı.

IMG_0572– “Papaz efendi, eşimle Büyük Perhiz Haftasını [*], Allah oğlu İsa’nın çile dolu haftasını anma ayinlerini sizinle birlikte geçirmeye karar verdik. İkimiz de günah çıkarıp eğer layıksak Ahranda Mistirya’yı alacağız. Her ikimizle ayrıca konuşmadan önce size beraberce çilemizi dile getirmek istiyoruz. Altı aydır kızımızın izlerini kaybettik. Kendisi Selanik Hukuk Fakültesinin üçüncü yılındaydı. Altı ay evvel bize telefon açtı, ev değiştireceğini ve yeni adresini telefonla bildireceğini söyledi. Biz Korint’te oturuyoruz, kızımız telefonu kapatır kapatmaz derhal Selanik’e doğru hareket ettik. Ev sahipleri bizden gerçeği saklamadılar. ‘Sekiz gün önce evden ayrılmış hatta narkotik büronun polisleri onu arıyorlarmış’. Son zamanlarda eve sabaha doğru geliyor ve gün boyunca uyuyormuş. Üniversiteden bir doçent arkadaşımız olayları öğrendikten sonra kızımızı bir an evvel bulmamız gerektiğini çünkü hayatının tehlikede olabileceğine dair bizi uyardı. Boşuna aradık. Bu olaydan iki ay sonra kızımız annesine telefon açıp terbiyesine yakışmayan sokak kadınlarına yaraşır hakaretlerle onu aramamamızı ve artık ailesi olmadığımızı söyledi. Hayatta üniversiteden daha güzel şeylerin olduğunu ve artık bize ihtiyacı olmadığını söyledi. Papaz efendi altı ay onu her yerde aradık. Sanki yer açılmış ta içine girmişti. Ya yurt dışına gittiğini ya da onu öldürüp yok ettiklerini sandık. Selanik emniyeti bize, Yunanistan’da bu yıl iki yüzden fazla genç kızın kayıp olduğunu bunların çoğunun bir daha izlerine rastlanamayacağını açıkladı.

Bu yılın Paskalya döneminde evimizde kalamadık. Yine Selanik’e gittik. Kızımızı aradığımız berbat yerlerden içimiz karardı. Eve geri döndük fakat artık evimize sığamaz olduk. Ne yapalım başka çocuğumuz yok biz bize kaldık. Son umudumuz Aziz İoannis’in mucizesi. Bütün Yunanistan onun mucizelerinden konuşuyor. Bütün hafta aç, gözyaşları içinde O’nun yanında kalacağız, tüm kalbimiz ve kalan gücümüzle çocuğumuzu kurtarmasını dileyeceğiz”.

Büyük Cumartesi ayininde “Allah’ın bu büyük gizeminin önünde her insan korku ve saygıyla suskun kalsın…” duyulduktan sonra bana gelip: -“Bu gün Büyük Cumartesi evimize dönüp Paskalya’yı köyümüzde geçirmeyi düşündük” deyip gittiler. Giderken içlerinde gizli bir umut, gözlerinde garip bir gülümseme vardı.

Paskalya bayramı ayini başlamadan Aziz İoannis Kilisesinin çanları inananları ‘sevgi bayramına’[*] davet ederken ben ayine hazırlanıyordum. Kapı aralığından iki ebeveyni gördüm. Sevinçle bana “Papaz Efendi Papaz Efendi İşte kızımız Efi, döndüğümüzde bizi evde bekliyordu! Papaz Efendi Büyük Azize şükranlarımızı nasıl iletelim. Allah’ımıza Şükürler olsun Azizimiz şanlı olsun!” diye sesleniyorlardı.

-“Efi kızım ailenin sevincine katıl! Aziz İoannis Kilisesine gelmen beni de çok sevindirdi.”

-“Papaz Efendi yaşadım. Bu hafta ölüm kalım savaşı verdim. Her zaman ölümü tercih ediyordum. Belirsiz bir kuvvet bu hafta beni elimden tutup hayata geri getirdi, içimdeki belirsiz bir güç beni ölümün eşiğinden çıkarıp beni evime getirdi. Papaz Efendi ben de ayine katılıp Allah oğlu İsa’nın göklere çıkışını sizinle beraber kutlayacağım”

Böylece Efi gözyaşlarına boğulurken babası onu bağrına basıyordu. Sevgi ayininin başlaması yirmi dakika için gecikmişti fakat gerçekte sevgi ayini Efi’nin dirilişi ile başlamıştı.

1980 Paskalyası

 Değerli Vazo

Atina’nın Kallithea İlçesi ilkokulunun öğrencileri üzgün, gözleri yaşlı, korku ve panik içindeydiler. Beşinci sınıf öğrencisi Katerina eğitim yılı içinde çoğu kez, sıra aralarında, koridorda, tahta önünde, bahçede çığlıklar atıp yerlerde sürünüyordu. Katerina az gülen, o buhran anının korkusu içinde yaşayan bir kızdı. Çığlıkları tüm sınıf arkadaşlarının kalplerini çatlatmıştı. Kriz anındaki davranışları, sert bakışı tüm arkadaşlarının zihninden çıkmıyordu, çıkardığı garip sesler sınıf arkadaşlarının kulaklarını çınlatıyordu. Kriz anında köpek gibi uluyor, boğazlanan kedi gibi hırlıyor ve bu sesleri işiten civardaki kişiler ise buz kesiliyordu.

Katerina ruh hastası veya sinir hastası değildi ne de melankolisi vardı. İçine kötü ruhlar girmişti.

Ruh hastalığı, akıl hastalığı gibi hastalıklardan insan şifasını bulur, fakat kötü ruhlardan etkilenmek başka bir şey. Cin çarpmış insanlar kendilerini kontrol edemezler, kötü ruhlar onları kötü yola iter ve istedikleri kötülükleri insanlara yaptırırlar.

Katerina okula gitmeden önce bu duruma düşmüştü. Beşinci sınıfa varmış fakat hala kötü ruhların esaretinden kurtulamamıştı. Ailesiyle birlikte çok çabaladılar, beraber dua ettiler, kutsal yerlere ziyarete gittiler, oruç tutupEfendimiz’den, Meryem Ana’dan Aziz’lerin yardımını istediler. Çünkü duyduklarına göre kötü ruhlar dua ve oruçla içlerinden çıkarmış. Bu bilgiyi Allah Oğlu İsa da öğrencilerine iletmişti:

“Biz bunu çıkaramadık, bu duasız ve oruçsuz çıkmaz”

Ailesiyle birlikte Aziz İoannis’e iki üç kez ziyarete geldiler. Küçük kız naaş’ın önünde diz çökmüş Aziz’e yalvarıyordu:

-“Benim iyi Azizim İoannis kalbimin derinlerinde diliyorum ne olur beni de mucizelerinle iyileştir, yerlere düşüp garip sesler çıkarmayım, yanımdakiler, okulΠροκόπι arkadaşlarım, ailem artık üzülmesin. Azizim büyüyorum bak beşinci sınıfa geldim, hayatım ne olacak? Okulda, yolda, evde yerlere düşüyorum, vücudum yaralar içinde. Sen ki ilahi gücünle bu kadar insanı iyileştirdin ne olur bana da şifamı ver”

Katerina’nın ailesi ve bu duasını duyanların kalpleri sızlıyordu. Bu yüzden de sınıf arkadaşları onu seviyorlardı.

Bir gece ışıldayan güzel bir genç, rüya gibi önünde durdu. “Nasılsın Katerina, geldim. Beni çok aradın. Şimdi beni Allah gönderiyor. Rus Azizi İoannis’im. Kötü ruhlar gidecek ve bir daha yere düşmeyeceksin, bir daha vücudun incinmeyecek, işkencelerin burada bitiyor.”

“Sabahleyin yatağından kalktığında bütün bunları anacığına söyleyecek ve birlikte bana bir kaç tane çiçek getireceksiniz” der.

Annesi rüyayı hayatının en güzel haberi olarak kabul eder. Çünkü anne yıllardır göklerden gelecek bu mesajı beklemekteydi.

Herkes gökten gelen bu mesajı dinlesin, çünkü kötü ruhlar ne antibiyotiklerle ne de şifa yollarıyla uzaklaştırılabilirler. Ebeveynler kurnaz cinlere karşı savaş vermişti. Cinler, onları tanımayan, görmeyen kişilerin dediği gibi hayali varlıklar, orta çağın inancı değil fakat bir gerçek olduklarını gayet iyi biliyorlardı. Çünkü bu ruhi durumun gerçeğini yaşamışlardı. Kötü ruhlar zararsız kızları Katerina ile isteklerini yerine getiriyorlardı, kızlarını kullanıyorlardı.

Anne yörenin çarşısından altından, porselenden oluşmuş alabileceği en değerli vazoyu satın alıp içine pahalı çiçekler yerleştirdi. Aziz çiçek istemişti ve böylelikle isteğini yerine getiriyordu…

Unutulmaz bir enstantane! Yaşanamayacak bir süreç! Annesi bir elinde Katerina diğer elinde vazo kilisenin merdivenlerini çıkıp gözyaşları içinde vazoyu Aziz Naaş’ın yanına bıraktılar. Gözyaşları içinde diz çöküp Aziz’e şükranlarını ifade ettiler.

Katerina bu gün (1980 de) liseyi bitirmiş topluma faydalı bir insan olmaya çalışıyor.

Kötü ruhlar onu bir daha rahatsız ettiler mi diye soracak olursanız. Aziz ona ne demişti? “Kötü ruhlar gidecek” ve gerçekten de gitti. Katerina buna inanmış, Allah’ın ve Aziz’in sevgi ve koruması altında hayatına devam etmektedir.

14-12-1980

Azizim Bana Kin Mi Duyuyorsun?

Evlenmelerinden sekiz yıl geçmiş fakat Yorgo K. ve hanımı Arhondula, halâ çocuk bekliyorlardı. Kalpleri derin bir üzüntüyle yanıyordu. Eğer bir kadının çocukları yoksa, analığı tadamazsa hayal kırıklığının üzüntüsüyle yaşar! Kocası da üzgün bir halde onu teselli ediyordu:

-“Sabret bu Allah’ın bir isteği, gözyaşlarıyla bir şey değişmez. Evliliğin amacı sadece çocuk yapmak değil fakat öncelikle ruhumuzun gelişmesi, başarımız ve Allah’la bir olmamızdır.”

Arhondula tüm ruhuyla dua etmeye devam ediyordu. Küçük yaşından beri dua etmeyi annesinden öğrenmişti, çünkü annesinin dediğine göre güçlü insan yalnız duasıyla hayatın zorluklarını sabırla karşılayabilirdi. Küçük yaşından beri ailesiyle Aziz’e sayılamayacak kez ziyarete gelmişlerdi.

Duasında çok kez Aziz İoannis’e:

-“Büyük Aziz’im sana kalbimin içinden yalvarıyorum ne olur aracılığınla Efendim’den benim de analığa kabulümü iste. İnsanlardan ve bilimden bu sekiz sene içinde ana olamayacağını öğrendim. Bağrım boş mu kalacak, evim karanlık, kalbim acı içinde mi kalacak? Aziz’im ben Göklerden cevabını bekleyeceğim; Allah bana bir çocuk ihsan etsin, evim dolsun, kalbim, hayatım mutlulukla dolsun. Büyük Aziz’im bekleyeceğim” diye yakarır.

1979 yılının kışı. Arhondula üzgün olmasına rağmen duasına konsantre olmaya çalışıyordu. Takati kalmamıştı içinden gelmemesine rağmen, ağlamak, bağırmak istiyordu. Dönüp Aziz’in ikonasına baktı ve ağlayarak:

-“Eninde sonunda Aziz’im sana ne yaptım ki bana kin tutuyorsun? Neden? Neden Aziz’im Allah bana bu mutluluğu vermiyor? Aziz’im bana kin mi tutuyorsun?

Gece yarısını geçmişti, bir yabancının evin merdivenlerini çıktığını işittiler. İkisi de kalktılar. Kocası ondan konuşmamasını istedi: “Elemanlarımızdan biri olmalı, saati yanlış olmalı da iş yerinin anahtarlarını almaya geliyor. Ses çıkarma gidecek.” Dedi.

Yabancı kapıyı çalınca, kapı kendiliğinden açıldı. Karanlığın içinde Aziz İonnis’in ışıldayan çehresi gözüktü:

-“Arhondula bugün ne biçim dualarda bulundun? Aziz’ler kimseye kin tutmaz. Çocuk yapman şu an için Allah’ın isteği değil. İki sene geçtikten sonra o an da gelecek.”

Işıldayan görüntü aniden kayboldu İki sene geçti ve Allah’ın mutluluğu geldi. Bir, iki, üç, çocuk. Çocukların tatlı sesleri, evlerini, kucaklarını ve kalplerini doldurdu.

3-12-1979

 Korkmayın!

Yıl 1947, Yunanistan’da kardeş kanı akıyor. Yunan Yunan’ı kırıyor. Hıristiyan Hıristiyan’ı, kardeş kardeşi, çocuk ebeveyni. ebeveyn çocuğunu vuruyor. Yunanistan’ın bir ucundan diğer ucuna kadar şehir ve köylerde, cinayet, bıçak, silah, balta, ateş! Yunanistan ateşler içinde. Herkes öldürürken bunu hak, demokrasi, doğruculuk, adalet uğruna yaptığına inanıyor. Öldürdüğün insan hayatından daha güzel, daha doğru, daha üstünde bir şey olabilir mi? Ölü insana ne verilebilir? Ne adalet ne demokrasi, hiç bir şey! Hakikaten inanıyorum ki hiç bir ideoloji, herhangi bir sistem veya demokrasi kesilmiş bir insan kafasının, damarlardan fışkıran insan kanının, yere düşen bir cesedin, harika bir insanın önünde duramaz. Ve önüme düşen böyle insan cesetleri gördüm, bir ideoloji adına dağılmış cesetler gördüm. Laflar ve sistemler hepsi kör ve boş. İnsanı kurtarın. İnsana insan olduğunu öğretin, bu yeter. 1947’nin katliam ve acısı, kısa hayatımızı mühürlemişti.

Prokopio bu iç savaşı tanımadı. Aziz İoannis evinin kanla kırmızılaşmasını istemiyordu. Mabedinin, evinin çevresi kana bulanmadı.

Dimitrios Baltsos adındaki çoban koyunlarını günün ortasında otlatıyordu . Bir de ne görsün? Ağaçların üstünde Aziz İoannis’in şimalini kuş şeklindeydi ve göklerden gelen bir sesle vadinin üstünde dolanıp “korkmayın, korkmayın” diye bağırıyordu. Bu şekilde vadinin üstünde bir çember hareketi yapıp mabedinin arkasında kayıp oldu.

Çoban bütün bunları güpe gündüz gördüğüne ısrar ediyordu. Ona inanmak zorunda kaldık çünkü Aziz bu civarda olabilecek tüm cinayetleri önledi.

Yazdığım bu sözler gerillaların komutanıyla yaptığım bir söyleşiden alınma. Fakat bu müzakere 1947’de değil, 1988 yılında olmuştu. Komutan daha sonra yaşamını kimlik değiştirerek aramızda sürdürmeye devam etti. Bakın söyleşi nasıl oldu:

-“Papaz Efendi, Aziz İoannis Kilisesinden misiniz?”.

-“Evet”.

-“Sizi biraz meşgul edebilir miyim?”

-“Tabi”

-“Ben Orta Yunanistan ve Eviya gerilla güçlerinin bir komutanıydım. Ceza kararları ve infazlar için son söz bana aitti. İdam karalarının uygulayan birliklerin komutanıydım. Bu bölgeye dokuz kişinin infazı (bana dokuz kişinin adlarını saydı) için beş kez askeri güçler gönderdim. Beş keresinde de elleri boş döndüler. Beş keresinde de civarın dağlarına geldiklerinde kendilerini güçsüz his ettiklerini, gözlerinin karardığını, ayaklarının kesildiğini hissettiklerini söylediler. Yürümeleri imkânsızdı ve böylece geri döndüler. İnfaz kararlarından hiç biri uygulanmadı. İnanıyorum ki sizleri Rus Azizi İoannis kurtardı.”

“Ben başka diyarlarda saklanarak, hüviyetimi değiştirerek kurtuldum. Bu civarda yaşayan herhangi bir insan gerçek kimliğimi bilmiyor. Beni yalnız Allah tanır. Pişmanım. Allah’tan yaptıklarım için beni affetmesini istiyorum.”

-“Komutan Allah büyüktür, Allah Oğlu İsa haramiyi de fahişeyi de pişman olduklarından dolayı af etti, O’nu adaletine sığınıp beklemek zorundasın.”

– “Fakat komutan bey lütfen bana söyle, senin adaletin, hakkın, senin ideolojin ve demokrasi anlayışın kafası kesilmiş ölü vücutları geri getirebilir mi? Onlar adaletini tadabilir mi?”

Azizler ne kadar bağırabilir, neye yetişebilsinler, isteklerimizi değiştirebilip de bize ne kadar akıl verebilirler? Senin hayatta olman yeterli mi? Komutan yolun açık olsun seni yalnız Allah görsün, pişmanlığını kabul etsin ve seni affetsin.

23-5-1988

 Arabistan’ın Mekke’sinden Evia’nın Prokopio’suna

Rus Azizi İoannis Ürgüp’ten Arabistan’ın Mekke’sine bir mucize neticesinde yemek göndermişti. Bu olgu, genç yaşlarında acılar içinde yaşarken, fikir, inanç ve ilahi gücünü civarına gösterdiği ilk mucizelerinden biriydi ve Ortodoks inancının neticesinde herkesi şaşkın bırakmıştı. Bu mucize Osmanlılar tarafından 270 yıl önce yazılarak tarihe geçti. Bu mucize Tevrat’ta yazılanlarla eşdeğerdi. Gerçekte Allah oğlu İsa’ya duyulan sevgi tüm Aziz’leri, Kâhinleri, Peygamber ve Patrikleri, Tevrat’ta adları geçen insanlara bu tabiatüstü güçlerle onlara güç katmış, sırasıyla onlar da insanlara yardımlarını sunmuşlardır.

Aziz’in kilisesinde yaşayan dört papazdan biri Aziz’in mucizelerini toplamak ve onları bir sıraya koyup onlarla ilgili bir kitap yazmak istiyordu. Hatta bu yüzden Ürgüp’ten gelmiş insanlarla konuşarak onların anlatışlarını da eklemek arzusundaydı. Amaç bu ihtiyar insanların bildiklerini kaleme alıp Aziz’in biyografisi ve onun mucizelerinin yazılmasıydı.

Bir gün, papaz ikindi ayini esnasında sıra Aziz’in naaş’ını kutsamaya gelmişken gözü Azizin ikonasına düşüyor. Bu ikonada Aziz diz çökmüş Allah’ın mucizesini, yani bakır tabağın Mekke’ye gönderilmesini diliyordu. O an papaz Aziz’in naaş’ına bakarak:

-“Keşke benzeri bir bakır tabak olsaydı da fotoğrafını çekip senin biyografine katsaydık” diye düşündü.

Bir hafta sonra Kiliseye Sparti’nin bir köyünden Linardatu ailesinin bir bayan ferdi geldi. Bayan papazı kilisenin eşiğinde görünce:

-“Papaz Efendi bu kilisenin papazı mısınız?” diye sordu.

-“Evet” cevabını alınca; “Geçen hafta, Cuma gecesi (papazın dilekte bulunduğu aynı gün) rüyamda Aziz İoannis’i gördüm ve bana ‘baban Anadolu’dan geldiğinde birçok gereç içinde bir de bakır tabak getirdi, evin bodrumunda duruyor, onu temizle ve Kilise’me Prokopiyo’ya Eviya’ya getir ve oraya bırakıver, bana lazım” dedi

Çantasından bakır tabağı çıkarıp papaza verince, papaz gözlerine inanamaz; tabak ikonada gösterilenin aynısıdır. Papaz göz yaşları içinde tabağı kucaklayıp kutsadı ve derhal Kutsal Naaş’ı kaplayan kristal camın üstüne koyup Aziz’e hitaben “Azizim bizim gibi günahkâr kişilerle uğraşıp devamlı dileklerini mi takip ediyorsun? Efendimize şükürler olsun. Allah Oğlu İsa’ya inanıp O’nu sevdin ve O’na hizmet ettin, daima O’nun yanındasın. Aziz’im sana da şükürler olsun ve bu iyiliğin için sana da teşekkür ediyorum” deyip duasına devam eder.

Bu gün tabak Aziz’in kilisesinde bulunuyor ve Allah’ın izniyle yeni biyografisi yayınlandığında yeni kitapta da olacak.

30-10-1976

Kanamanın Tedavisi

Kilisenin papazlarından biri sık sık burun kanaması geçiriyordu. Bu durum on beş sene devamlı papazı rahatsız ediyordu. Burnu açılınca da çok kan kaybediyordu; bu da bazen papazın sıhhati için tehlikeliydi. Bir sabah kiliseye ruhbanlık görevini yerine getirmeye gitti. Sabah dört civarındaydı. Kiliseye varmadan evvel yine burnu açıldı ve musluktan akar gibi kan akmaya başladı. Kan sakalını sulayıp göğsüne oradan da yerleri suluyordu. Papaz hafif bir baygınlık geçirdi ve kendine gelmesi için yüzünü yıkamaya gitti. Bir an bu kanamaların bir hastalığın sonucu olabileceğini düşündü. Düşüncesi ailesine, üç çocuğuna ve karısına gitti.

-“Azizim eğer bu hastalık beni bu dünyadan alacaksa lütfen ailemi koru. Eğer tedavi olacaksam sen beni tedavi et ki ruhbanlık ve ailevi sorumluluklarımı yerine getireyim” diye yakardı.

Biraz bekledikten sonra yıkanıp kanamanın dinmesini bekledi ve kiliseye girdi. Daha karanlıktı, elektrik olmadığından kandillerin ışığı ikonaları hafifçe ışıtıyor sanki Azizlere hayat veriyordu.

Papaz ayin için hazırlanmaya başladı ve vaktini almaya başladı [*]. Bu hazırlığın kutsallığı gerçekten insanın bünyesini yoran bir niteliğe sahip olduğundan bu işlevleri yanlışsız yerine getirebilecek kişiler Allah’ın isteğiyle özel bir eğitim aldıktan sonra dinsel bir törenle papaz sıfatını alan kişilerdir.

Hasta papaz vaktini alırken, üç metre uzağında asker üniforması giyinmiş, uzun boylu, sarışın bir adamın ona bir şeyler sormak istediğini gördü. Papaz aceleyle ikonalara proskinimasını [*] sürdürürken adama biraz daha yaklaşınca adam sıkılmış gibi pencereden dışarıya bakmaya başladı. Hareketleriyle gitme isteğini gösterdi. Papaz ayine hazırlık işlemlerini sürdürürken, zangoca:

-“Git askere söyle, duayı bitirir bitirmez onunla görüşeceğim” dedi. Zangoç birazdan ağlayarak papaza gelip:

-“Papaz efendi kilisenin içerisinde herhangi bir asker yok. Hiç bir zaman da girmedi dışarı çıktım, her yer tenha ve karanlıktı. Aziz İoannis olmalıydı” der. Papaz ona bu olayı kimseye söylememsini tembih eder.

Aradan otuz bir sene geçmesine rağmen bir daha kanama görülmedi. Papaz artık, insanların seslerini kendi sesiyle Allah’ın kabulüne sunarken dini görevlerini sıhhat ve mutluluk içinde yerine getiriyor.

29-6-1972

Mistik Kara Duman

– “Hoş geldin Hacıpavli Efendi”

-“Hoş bulduk Vasili Efendi”

-“Ne yapıyorsunuz?”

-“İyi”

-“Sizi iyi gördüm fakat biz iyi değiliz. Delikanlımızı kayıp ediyoruz”

-“Allah büyüktür, Aziz’leri büyüktür.”

-“Seneler nasıl geçiyor… Memleketimizde Kayseri’nin Ürgüp kentinde küçükken hastalanmıştım ve annem Hacı Despina’yı hatırlarsın, beni Aziz İoannis’in kilisesine götürmüştü. Kardeşim Hacıpavli olayı bu gün gibi hatırlarım. 27 Mayıs Aziz’i anma günüydü. Aziz’e şükranlarımız iletmiştik.”

-“Evet hatırlıyorum. O günlerde Aziz’in naaş’ını kilise girişine dik koyarlardı, biz de ya elini ya da ayaklarını öpüp ona şükranlarımızı iletirdik.”

-“Anam o gün beni ağır hasta Aziz’e götürdü, ellinde bir iplik vardı. İpliği Aziz’in ayaklarından, kafasına kadar, vücuduna sürdükten sonra beni bir kenara çekip:

‘Gel yavrum, Efendimiz Aziz İoannis böyle yapmamızı istiyor. Ayağa kalk ve ellerini yukarıya kaldır haydi kuzum biraz cesur ol’ deyip iplikle vücudumu sardı. Ah Hacıpavli neydi o! Takatsizliğim, ateşim kaybolup gitti. Tüm ayin boyunca ayakta, anamın yanında kaldım. Ayin sonrasında Andidoro’yu [*] Baş Rahibin elinden aldım. Ebeveynlerim Kayseri yöresinin piskoposu Nikolaos’un olduğunu söylediler. O gün o kadar güçlendim ki eve koşarak döndüm, hatta mahallenin çocuklarıyla oynadım.”

“Hacıpavli o günden beri beni baş ağrısı tutmadı.”

“Fakat şimdi şifasız bir yaraya sahip oldum. Oğlum İsaak epey zaman öncesi zayıflamaya başladı. İlkin önemsemedik, fakat daha sonra doktora gidince bize diyabetli olduğunu söyledi. Şimdi sıkı bir perhize girdi, ilaçlarını alıyor. Fakat doktorlar delikanlımın ölüme doğru yürüdüğünü söylediler.”

-“Papaz Anastas’a söyleyelim de bir Paraklisi [*] okusun.”

Papaz Anastas Petrahili’sini [*] takıp derin üzüntü ve saygıyla Paraklisi Duasına başladı:

“Sıcak korumanı bizden saklama Aziz İoannis gücün güçsüzlüğün üstünde budaklansın… , hastalık ve üzüntülerden bizi uzak tutun”.

İsaak güçsüzdü zayıf el ve ayaklarını sallayacak gücü yoktu, yüzü sapsarıydı, kafasını duvara dayamış sancılarına dayanmaya çalışıyordu. Papaz “gelin değerlilerin değerlisi, Kutsal Naaş’a saygıyla şükranlarımızı sunalım” derken; Aziz’in önünde yerde yatan gencin vücudundan sis gibi kara bir duman çıktı. Bu hepimizin önünde oldu!

İsaak’ın zayıf elleriyle ağrıyan ayaklarını okşayıp bir anda yerden fırladı ve dudaklarını Aziz naaş’ın üstüne dayadı.

Olaya ihtiyar Papaz Papanastasis dışında Şimşiroğlu ailesi, Hacıpavlos Melitopulos ve öğretmen Panayotis tanık oldular.

Anlaşılamayacak, düşünülemeyecek bir olay, insan vücudundan kara bir duman çıksın! O günden sonra İsaak bir daha insülin yapmadı. Allah’ın bağışladığı sağlıklı bir yaşam sürdürdü.

 Yetişebilmek İçin Koşuyorum

Bu hikâyemizin kahramanı sabahleyin çalar saatin sesiyle uyanıp haç çıkardıktan sonra işine gitmeye hazırlanıyordu.

Bir anda korku ve telaş dolu ilahi bir ses kulaklarını çınlattı:

“Yetişebilmek için koşuyorum”,“Yetişebilmek için koşuyorum”.

Bu garip ses kahramanımızın düşüncesini alt üst eder, ruhunu sarar.

O gün Rus Aziz İoannis’in bayramıydı ve her anma gününde olduğu gibi Aziz’in naaş’ının Litaniya’sı [*] Prokopio sokaklarında gezdiriliyordu. Kutsal Naaş Prokopio’nun ana meydanına getirilip özel yere yerleştirildikten sonra ayinlerin okunmasına fırsat bırakmadan Aziz yerinden kalkıp Halkida’ya doğru uçmaya başlar.

“Yetişebilmek için koşuyorum”,“Yetişebilmek için koşuyorum”.

Kahramanımız uyanıkken bu garip rüyayı görmüş o kadar etkilenmiş ki evinden şaşkın şekilde çıkmış. O anda köylülerin sesleriyle kendine geldiğinde:

– “Koşun, koşun Pili – Halkida – Prokopio seferini yapan yolcu otobüsü tıklım, tıklım doluyken Paliuris köprüsünden dereye düştü!”

Otobüsün şoförü ve aynı zamanda sahibi Dimitri Dedes’ti. Sabahın ilk seferini yerine getiren otobüsün içinde otuz dört yolcu bulunmaktaydı.

Köprünün ötesinde çoban İoannis Zisimakis keçi sürüsü ile yolun kenarındaydı. Bir an uzaktan yolcu dolu otobüsün geçtiğini ve otobüsün üstünde güçlü sarışın bir gencin üst ızgarasını tutuğunu gördü.

Çoban “Dedes’in o kadar çok yolcusu var da ızgaraya da adam mı yerleştirdi” diye düşündü. O anda otobüs virajı alamayarak köprünün yanından dereye düştü.

– “Aman hepsi kayboldu” diye düşünen çoban, taş köprünün hemen yanından kaybolan otobüse doğru koşmaya başladı. Bir de ne görsün, kapılar açıldıktan sonra tüm yolcular ufak yara berelerle sapasağlam derenin kıyısına tırmanmaya başladılar.

Çoban gözlerine inanamaz. Bir anlık şaşkınlıktan sonra otobüsün tepesindeki genci hatırlayıp onu aramaya başlar. Nereye gitmişti? Nereye düştü?

Bu genç rüzgâr gibi yerine, kiliseye dönmüş yine kristal kutusuna çekilmişti.

Kendine Seni Koruyan Bir Aziz Bul

Halkida’da bir Avukat’ın bürosunda yasa dışı yurt dışına çıkışı kararlaştırıldıktan sonra Avukat müşterisine nasihatte bulundu:

-“Bu günlerde mahkeme kararıyla mal varlığın haczedilecek, belki aleyhine hapis kararı onaylanacak. Çıkışını kararlaştırdım. Seni Mısır’a Alexandriya (İskenderiye) kentine götürecek uçağın biletini al. Orada gemici olarak işe başlayacağın yük gemisi seni bekliyor. Sana geminin ve armatörün adını veriyorum.”

-“Aman Allah’ım bu kadar senelik iş, çaba, hepsini kaybettim. Karımla iki çocuğumu bir daha görebilecek miyim, geriye dönüp onlara sevgi, sevinç, mutluluk ailemizin sıcaklığının verebilecek miyim? Ülkeme geri dönebilecek miyim?”

Doğma büyüme Halkida’lı olan iş adamı, çalışkan dürüst bir kişiydi. Kendisine bir atölye kurmuş fakat ticaretin talihsizliklerinden borçlanmış, şimdi de her şeyi kaybediyordu. Başkalarını sömürmekten kaçınan, dürüst bir kişiliğe sahipti. Şimdi hayattan firar etmek zorundaydı, sevdiği karısını, bir şeyler bırakamayacağı iki çocuğunu geride bırakarak Halkida toplumundan mal varlığına el konmadan, hapis cezası onaylanmadan firar etmek zorundaydı. Artık yurt dışına çıkıp para biriktirmek zorundaydı böylece borçlarını ödeyecek ve Halki’daya eski yaşantısına geri dönebilecekti.

Başı eğik vaziyette avukat bürosundan çıkarken, avukatı onu geri çağırdı:

-“Kosta, bu kadar zaman beraberiz, bu güne kadar Allah’tan O’nun Azizlerinden yardım dilediğini işitmedim. Her zaman veya yaptığımız her iş için O’nun ve Azizlerinin yardımlarına muhtacız. Şimdi bunlarla uğraşacağın vaktin yok ama içinden bir Aziz’in yardımını dile”.

Kosta avukatından hangi Azizin yardımını dilemesini sorunca, avukatı: “Yolda giderken düşünürsün şimdi bunlarla vaktini kaybetme” der.

Elefterios Venizelos caddesinde on adım atmaya fırsat bulmadı ki kaldırımın üstünde güneşten parıldayan küçük bir ikona gördü, avukatının söz ettiği Aziz kendiliğinden gelmişti. Eğilip ikonayı aldı üstünü sildikten sonra ikonanın Rus Azizi İonnis’e ait olduğunu anladı. İkona’nın üstünde “Rus Azizi İoannis’ “Adı 27 Mayıs günü anılır”. Küçük çocuk gibi avukatına dönüp sevinçle bulduğunu gösterdi.

Avukatı, “Prokopio buraya yakın fakat gidip şükranlarını iletmeye vaktin yok. Mademki Aziz sana kendiliğinden gelmiş ikonayı al daima yanında taşı, gerektiğinde zor durumdayken O’nun yardımın dile, tabiatıyla yardımcı olur, güle güle git!” der.

Yunanistan’dan gizlice büyük acı ve çevresine duyduğu utançla ayrıldı.

Birkaç gün sonra mahkeme kararıyla evi ve bütün varlıklara haciz edildiğinde hanımı hayatın zorluklarını üstlenmiş iki çocuğuyla birlikte Aziz İoanis’in kilisesine geldi.

Gözyaşları ve üzüntüden gözlerinin etrafı kararmıştı. Bizden bir Paraklisi ile Aziz’den ailesi ve kocasını korumasını diledi. Kendisi için her hangi bir dilekte bulunmadı. Çocuklarının önünde gözyaşlarını tutmaya, onların ruhlarını temiz tutmaya çalışıyordu. Kocası gurbet yolunu aldığından beri içine sakladığı boğuk ağlamasıyla Aziz’den çocuklarının isteğini dile getirdi. Çocuklar babalarını özlemiş her gün kendi yatak odalarını, ev bahçelerini ve oyuncaklarını arıyorlardı.

Ayinden sonra papaza:

-“Papaz Efendi kocam İskenderiye’ye varır varmaz Aziz’in mucizesi devam etti. Çalıştığı geminin kabinin komodininin çekmecesinde Aziz’in ikonasını buldu, herhalde ondan önce burada kalan gemici unutmuştu. Onunla telefonla konuşurken Kosta üzülme diyorum sen iyi ol bütün kaybettiklerimizi Allah’ın ve Aziz’in yardımıyla yeniden alacağız diyorum”.

Bu gün: Artık günümüzde Kosta Hanımıyla birlikte, Pazar günleri kiliseye gelip Azize şükranlarını iletiyorlar. Çocukları büyüdü ve babalarının işini üstlendiler. Bu durum için Allah’ın ve Aziz’in yardımı inanılmayacak derecedeydi. Çalıştığı şirketin armatörleri dürüstlüğü ve çalışkanlığını görmüşler ve onun tecrübelerine dayanarak dış limanlardaki ticari işlemlerden oldukça yüksek meblağlar kazanmışlar, böylece Kosta’ya verdikleri maaş ve primler neticesinde üç yıl içinde bütün borçlar ödendi ve evine, ailesine geri döndü.

Bu gün kilisemize ziyarete geldiğinde, bitmez tükenmez yolculuğunda okuduğu psalmodiya’ları hep beraber okuyoruz.

 Yeni Evimi İnşa Ediyorum

Londra. Geçen yüzyıldan oraya göçmüş bir Yunan ailesinin halefleri İngiltere’nin başkentinde işlerini sürdürüyorlar. Aile oradaki Ortodoks Cemaatinin sempatisini kazanmış Kilisenin tüm iane işlerine yardım ediyordu. Günlerden birinde ailenin hanımı açıklanamayacak olaylar yaşar. İnsan uyuyup da vücudu kuvvet kazanırken ruhu bu duruma katılıp açıklananmayacak işlevlere ortak olur. Evin hanımı gece yarısı rüyasında Aziz İonnis’i görür. Aziz, hanıma adıyla hitap ettikten sonra “Rus Azizi İoannis’im, yeni evimi inşa ediyorum, bana yardımcı ol. Şu kadar İngiliz Lirasına ihtiyacım var” der.

Hanımefendi sabah kalktığında, rüyasına giren bu bildiriyi algılamaya çalışır. Aziz’in kararlılığı onu sarsmıştır, herhalde adına gayet modern büyük bir bina inşa ediliyor diye düşünür. Hatta binanın maketini gösterip ondan belirli bir meblağ istemiştir. Kadın öteki sabah rüyayı detayı ile kocasına anlatır. Kocası:

-“Hanım bu Azize saygımız büyük söylediklerine ekleyeceğim bir şey yok. Zaman kazanmak istiyorsan hiç bir araştırma yapmadan, her hangi bir mektup yazmadan gidebileceğin ilk uçakla Yunanistan’a gitmelisin. Eğer gerçekten Aziz’in adına herhangi bir yerde herhangi bir bina inşa ediliyorsa, onun adına bir mum yakıp adına dua et dönmeden önce söylediği meblağ kadar bir çek imzala” der.

Kadın İngiliz hava yollarının uçağıyla Atina’ya gelir ve oradan kiraladığı bir taksi ile derhal Prokopio’ya varır. Aziz’in Kutsal naaş’ı önünde saygı ve içini kaplayan manevî bir korku, bu ilahi sessizliğin içinde Aziz’e yardıma muhtaç kişilerin adını, kendisinin yardım edemeyeceği kişilerin acılarını dile getirip Aziz’den onlara yardımcı olmasını saygı ve sükûnetle yalvarır.

Zaman epey ilerledikten sonra kilise yönetim temsilcilerinden konuşabileceği sorumlu kişiyi ister. Sorumlu papazla karşılaştığı zaman ondan kilise civarında herhangi bir yapının inşa edilip edilmediğini sorar. “Evet” yanıtı üzerine bu proje ile alakalı herhangi bir şekli görmek istediğini söyler. Ona binanın taslağı gösterildiğinde, gözlerinden dereler gibi yaşlar akmaya başladı; gerçekten gördüğü taslak Londra’da rüyasında gördüğünün aynısıydı. Bu inanılmaz olayın üzerindeki etkisini civardakilere sezdirmeden arsayı da görmek istedi. Arsanın tam ortasında bir ağaç, tıpkı rüyasında gördüğü gibi, Aziz o ağaca dayanıp rüyasında taslağı ona göstermişti. Rüyasındaki bu inanılmaz detayı hatırladıktan sonra ağaca yaklaşıp Aziz’in dayandığı büklümün varlığından emin olduktan sonra ağaca sarılıp öptü.

Çeki imzalarken aklında cevaplandırılması gereken bir soru geldi, “Nasıl da rüyasına bir Aziz girer de ona bir dileğini iletir?” Hanım daha sonra kendi kendine “evimi inşa ediyorum” cümlesini sık sık tekrarlamaya başladı.

Bu gün o binada kimler kalıyor? Kalması gereken herkes! Çünkü Kilise herkese ait olduğundan onun yapıları şahıslara değil herkese aittir. Diğer taraftan insanların tüm çabaları Allah’ın rızası ve yardımı olmaksızın nafile çabalardır.

Açılış Günü İçin Hazırlanan Petrahili

25 Mayıs 1989 tarihinde kilisenin yeni konaklama binasının açılış töreni gerçekleşecekti. Kurumun başkanı olan Halkida Metropoliti Hrisostomos açılış töreni için Prokopio’nun ileri gelenlerinden yaklaşık 80 kişiyi davet etmişti. Açılış töreni gününde dua edecek rahip gerekli tüm gereçleri kontrol ettikten sonra hangi Petrahiliyi takması gerektiğini, o gün Metropolit ve birçok davetlinin olacağına göre dua esnasında giyeceklerinin o güne layık olası gerektiğini düşündü. O anda kilisenin kapısı çaldı. Kapıdan elinde altın renkli iplikle işlenmiş kırmızı renkli bir Petrahili tutan bir kişi gözüktü.

-“Papaz Efendi” diye söze başladı. “Epey zaman önce hasta olan karım rüyasında Aziz İoannis’i gördü. Aziz hanımından bu Petrahili’yi dikmesini istedi, ‘Bunu açılış merasimimde görmek istiyorum’ dedi. Hanımım zamanla bu Petrahili’yi işledi ve size getirmemi istedi. Fakat açılış gününü bilmediğimden bunu size bu gün getirmeyi düşündüm.”

Papaz Aziz’in kiliseye ait tüm işlerle en ince detayına kadar uğraştığını düşünerek bir an şaşkınlık geçirdi. Sonra adamı içeriye davet ederek Aziz’in Kutsal Naaş’ına kadar beraber gittiler. Petrahili’yi Kutsal Naaş’ın üstüne serptikten sonra duasını yaptıktan sonra yabancıya açılış gününün bu gün olduğunu söyledi.

Agiasmos [*], esnasında papazın düşüncesi Petrahili’sine gitti. Vardığı mutlak fikir, Allah insan varlığını, yaratısını takdis etmiştir, Allah Aziz’leri vasıtasıyla insanları tüm kötülüklerden korur.

 Kutsal Yürüyüşler

Birçok kişi, adakta bulunduğundan dolayı uzak yerlerden gece gündüz yürüyerek Aziz İoannis’in Kutsal Naaş’ına şükranlarını sunmaya gelmişler. Bu manevi hareket Mayıs ve Haziran aylarında olduğu gibi, kutsal mabedin açılış günü olan Eylül ayının son Pazarında daha sık gerçekleşir.

26 Mayıs 1999 tarihinde evrensel (ökümen) [*] Patrik Vartholomeos ile Atina Başpiskoposu Hristodulos çok sayıda din adamı refakatinde Aziz’i anma gününün ikindi duasında bulundular. Patrik yol boyunca Aziz’in kilisesine ulaşmak isteyen kişilere şahit olunca: “Kalbimin derinliğinden yol boyunca Rus Azizi İoannis’e şükranlarını sunmaya giden her yaşta insanları görünce onlara hayran kaldım. İman dolu Yunan halkını kutsuyorum” demişti.

Atina Başpiskoposu 27-5-2002 tarihindeki konuşmasında: “Halkida’dan buraya gelirken gördüklerim beni çok etkiledi. Çoğunluğu erkek ve kız çocuklarından oluşan yüzlerce kervanın adaklarını yerine getirmek veya imanları gereğince buraya doğru yürüdüklerini görmek… Halkımız inançlarını ve Ortodoksluğun mesajını halen canlı tutan ve inancın dinamiği ile kıpırdayan insanların inancına olan hayranlığını dile getirerek bu imanla ve güçle Ortodoksluğun canlı tutulduğunu belirti.

Dördüncü yüzyıldan beri “İmanlı kişilerin Azizlerin naaşlarına saygılarını sunmak için uzun mesafeler yürüyerek ziyaret etme geleneği…” süre geldiği bilinmektedir (Andreas Fitrakis’in İlahiyat notlarından). Aziz Grigorios Nissis’in [*] Martiras Theodoros [*] hakkındaki bir yazısında “Martiras’ın mezarına uzanan yol daima insanlarla doluydu. Bunu karıncaların yürüyüşüne benzetebiliriz” diye yazmaktadır, bunun dışında Amasya Metropoliti Asterios[*], Martiras Fokas hakkındaki bir yazısında “O’na şükran dualarını okumak için yola dökülen kişileri çeken bağlılık…” şeklinde şükran yürüyüşlerini kaleme almışlardır.

Bu kitabın [***] sayfasında olduğu gibi iman dolu insanların Aziz’e şükranlarını iletmek için yüz kilometrelik yol kat ettiğini gördük. Nasıl ki küçük çoban çocuğunun şahit olduğu, uyuyan fakat konuşup yol gösteren adamın varlığı, Aziz’in insanlara yol bulması için kılavuzluk ettiği, motosikletiyle yolu bilmeden Atina’dan yola çıkan üniversite öğrencisine her köşe başında ona yol gösteren bir askerin varlığı, söz konusu inançları olduğunda hiç yorulmadan, yağmurda ıslanmadan, güneş altında terlemeden Aziz’e şükranlarını sunan kişilerin varlığı birer hakikattir.

Bunun devamında inanca bağlı bir mucizeyi okuyacaksınız. Toplam dört yüz metrelik en kısa mesafeli yürüyüşü okuyacaksınız; ne var ki yürüyen kişi felçli olduğundan yolu güneşin altında, toprağın üstünde acı içinde sürünerek kat etmiş ve yolun sonunda beklenmeyen semavî sevinci tatmıştı.

 Koltuk Değneklerini Bırak

Halkida Evia gölü seferini yapan otobüs, Prokopio meydanında duraksadı. Otobüs biletçisi ve bir yolcu felçli bir adamın inişine yardımcı oldular. Görüldüğü kadarıyla güçsüz adam yarım yamalak yalnızca tek ayağının üstünde durabiliyordu, çünkü koltuk değnekleri verilene kadar ona yardımcı olan iki kişinin omuzlarına dayanarak ayakta kalabiliyordu. Otobüs ayrıldıktan sonra sarkan bir ayağı ve yarım yamalak basabildiği diğer ayağı ve koltuk değneklerine dayanarak meydanı geçen adam toprak yolun yanında oturdu. O zaman meydandan Aziz’in kilisesine giden yol daha asfaltlanmamıştı. Mayıs ayı idi Aziz’in anma gününden iki gün öncesiydi ve saat sabahın saat 10’u gösteriyordu. Güneş yavaş yavaş etrafı yakmaya başlamıştı.

Hacıpavlu’nun bakkal dükkânından, Tsimihodimu’nun kahvehanesinden, Papadopulos’un otelinden, Tomaidis’in tavernasından onu herkes görmüş ve onu dilenci sanmıştı. “İşte Aziz’in kilisesine gidene kadar dilenecek, ziyaretçileri rahatsız edecek” diye düşündüler. Kilisenin yönetim kurulunun üyesi Hacıpavlos Melitopulos nasıl olsa kiliseye gideceğinden onu takip edip hareketlerini kontrol etmek kararını aldı.

Fakat felçli adam yakan güneşin altında, toprak yolun üstünde dilendiği para değil, sağlığıydı. Mucizeler yaratan Aziz’in sevgisini dilenecekti. Daha genç idi karısı ve üç çocuğu halen ona muhtaçtılar. Fakat felç onu yataklık etmiş, karısı hastalığının esiri olmuştu. Dilendiği semavî sadakayı yalnız Aziz Allah’ın izniyle verebilirdi.

Böylece koltuk değneklerini omuzlarının altında tutarak 400 metrelik yolu toz toprak içinde sürünerek kat edecek ve “başka tür yardımı”, “fizik yasalarına aykırı bir yardımı”, sağlığını dileyecekti.

Felçli adam gayet sakin sürünerek kilisenin yolu üstünde bulunan küçük köprüye kadar ilerledi. Oradan artık kilise açıkça görülüyordu. Yüzü yerden bir karış yukarda olmasına rağmen sevgi doluydu, gözlerinde anlaşılmayan bir parıltı, içinde tüm zevallerine rağmen garip bir umut vardı.

Artık küçük köprüyü geçmiş yolu yarılamıştı. Vücudunu çeken eli toprak ve terden simsiyah olmuştu. Böylece Azizin Naaş’ını bulunduran mabedin giriş kapısına kadar varmıştı artık yapacağı tek şey kapının eşiğini geçip Aziz’e dua etmekti.

Günü yarılamış fakat kilisenin kapısından yardım istemeden, su içmeden geçip Azizin Kutsal naaş’ının önüne gelmişti. Saatlerce sürünmesinin, güneşin onu yakmasına rağmen susayıp yorulmamasının, bu acıya katlanıp vücudunu dinlendirmemesinin sebebi Allah’tan, O’nun ianesini O’nun acıma duygularını, O’nun sevgisini dilemekti.

Bir anda mabedin duvarına dayanarak ayağa kalktı koltuk değneklerini bir kenara bırakıp yürümeye başladı. Orada bulunan tarif edilemeyecek kutsal bir güç ondan yürümesini istemişti. İşte O’nun mucizesi! Artık yürüyerek Aziz’in önüne gelmişti. O anda sağlığını bulduğunu ve koltuk değneklerine yaslanmadığın fark etti. O anda hüngür hüngür ağlayıp Aziz’e şükranlarını sunmaya ona bu kadar zaman çektiği çileyi anlatmaya başladı. Ağlaması tüm kiliseyi sarmıştı.

Bir kez daha Allah Aziz’i vasıtasıyla mucizesini yapmıştı.

DİZİN NOTLARI

-A-

Agia Trapeza, (Kutsal masa), Kırmızı şarap ve ekmeğin Allah oğlu İsa’nın vücudu ve kanına dönüşüm ayininin yapıldığı masaya verilen ad.

Agiasmos, Rahip tarafından dinsel bir törenle, Kutsal ruhun yarımı ve Haç’ın içine batırılmasıyla kutsanmış suya verilen ad.

Agio, Kutsal.

Agio Miros, Kırk (40) değişik maddeyle kokulandırılmış aziz yağa verilen ad. Agio Miros, ihtiyaç duyulduğunda yalnızca Paskalya öncesi Perşembe günü (Büyük Perşembe) Ökümen Patrikhane’de hazırlanıp tüm Ortodoks Kiliselerine dağıtılır. Bu karışımın Kutsal Ruhun lütfünü taşıdığı inanılır. Hıristiyanlığa kabul ayini (vaftiz) sırasında Hıristiyanlığa kabul edilen yeni ferdi kutsama amacıyla kullanılır.

Agios Oros, Athos dağının diğer adıdır. Aynı adla anılan ve Halkida Yarımadasının doğusunda bulunan yarım ada (Aynaroz yarımadası). Agios Oros’da yalnızca kendilerini Allah’a bağışlayan Hıristiyan’lar (Monahos Yun. Μοναχός) ikamet edebilir.

Akdeniz Anemisi, Özellikle Akdeniz bölgesinde rastlanan belli özellikler sahip bir anemi şekli.

Allah oğlu İsa’nın Kilisesi, (Hıristiyan Kilisesi), Hıristiyan Kilise’si: Hıristiyanların oluşturduğu homojen toplum anlamında kullanılır. Kilise kelimesi, ad olarak, Hıristiyanların dini görevlerini yerine getirebilecekleri (ibadet yerleri) yapılar için de kullanılır.

Allah Oğlu İsa Kilisesi’nin pratik hayatı, Müminlerin, Hıristiyan Kilise’sinin doğma ve dini görevlerine katılımları.

Amasya Metropoliti Asterios, 385’te Amasya Metropoliti olmuş Cemaatine vaaz ettiği sözlerle tarihe geçmiştir.

Andidoro, Dini vecibeler için özel olarak yoğrulmuş ve kutsanmış ekmeğe verilen ad. Her ayinden sonra mutekitlere, ayini yerine getiren din görevlisi tarafından, Andidoro dağıtılır.

Apostolos, Bir olguyu yerine getirmek için gönderilmiş, o olguya inanmış kişi anlamına gelir. Hıristiyanlıkta Allah’ın sözünü yayma görevini yerine getiren her kişiye bu san verilir. İsa Peygamber’in on iki öğrencisi bu sanı alan ilk Hıristiyanlardır.

Arithmi, Tevradın Kitaplarından biri.

Askitis, Hıristiyanlıkta, kendisini sürekli olarak dinin buyuru ve gerçeklerine tabii tutup yükselebileceği en yüksek manevi değere ulaşmaya çalışan mutekitlere verilen ad.

Aziz Grigorios Nissis, Aydın’ın Sultan Hisar kentinde (Helenistik döneminde Nissis olarak bilinirdi) 335 – 394 yılları arasında yaşamış, Nissis bölgesinde Piskoposluk yapmış Hıristiyanlığın büyük teorisiyenlerindendir. Yaşamı süresince bir çok Büyük Sinod’larda bulunmuş bilgi ve becerileriyle Hıristiyanlığın bir çok iç sorununa çözüm bulmuş bilge Piskopos.

(Aziz) Hrisostomos, İstanbul’un ileri gelen Patriklerinden. 350’de Antakya’da doğmuş, Helenistik devrin ileri gelen filozoflarından ders almış, daha sonra Antakya Ruhban okulunu bittirip 8 yıl süresince askitis [*] hayatı yaşamıştır. 381 yıllında diyakoz olarak ruhbanlığa başlamış ve 398’de İstanbul Patriği olarak Hıristiyan cemaatının en değerli ruhbanlık eserlerini yaratmış  gayet güçlü bir ekibin kurucusu  ve yöneticisi olmuş aziz, 404 tarihinde Bizans sarayı ile arası açıldığından sürgüne gönderilen önemli dinî liderlerindendir. 407’de Karadeniz’in Komana kentinde hayata gözlerini yummuştur.

Aziz Pavlos Apostolos [*], İsa’nın çarmıha gerilmesinden az zaman sonra Hıristiyanlığı kabul etmiş ve onun yayılması için Roma ve Helenistik bölgelerinde gayret sarf etmiş ilk müminlerdendir. Hayatı hakkında ki tüm bilgiler İncil’den kaynaklanmaktadır.

MS. 10 tarihinde Kilikya’nın Tarsus kentinde Fariseos [*] aileden doğmuş, babasından Roma vatandaşlığını kazanmış, Hıristiyanlığı kabul etmeden önce Yunan ve Musevi eğitimi görmüş, Hıristiyanlığı kabulünden sonra Yunanca’yı çok iyi bildiğinden dolayı Roma İmparatorluğunun bir çok eyalet ileri gelenlerine açık mektuplar (epistoli=Yunanca mektup anlamına gelir) göndererek onları Hıristiyanlığa davet etmiştir. Gönderdiği açık mektupların çoğu günümüze kadar gelerek İncil’in bir bölümünü teşkil etmişlerdir.

Aziz Petros Apostolos [*] (Martiras [*]) Gerçek adı Simon olup balıkçılıkla uğraşırken Allah oğlu İsa’nın ilk öğrencilerinden olmuştu. Allah oğlu İsa taş, kaya anlamını taşıyan adını (Petros, Yun. Πέτρα, Aramice kepha) öğrenciliği esnasında vermişti. Allah oğlu İsa’nın en iyi öğrencilerindendir. Hayatı hakkındaki bilgiler İncil’den kaynaklanır. 64’te Roma’da çarmıha gerilerek ölüme terk edilmiştir (martiras).

Aziz Triada, Üç Çehreli Allah, (Teslis) Ortodoks Hıristiyanların inandığı gerçek Allah, özü tek fakat üç çehrelidir (Allah, Allah oğlu İsa, Kutsal Ruh).

-B-

Barba, dayı anlamına gelir, halk arasında cana yakın yaşlılar içinde aynı sıfat kullanılır.

Bazilika, Vasilika, Vas. (Yun. Βασιλειών) , Tevrat’ın kitaplarından.Vasilion dört kitaptan oluşup gerçek yazarları bilinmemektedir

Büyük Pehriz Haftası, Paskalya öncesinin haftası. Hafta süresince Allah oğlu İsa’nın çilesi ve çarmıha gerilmesi anılır. Hıristiyan dininin en önemli dinsel haftasıdır.

-C-

-Ç-

-D-

Diakon, kendini rahipliğe adayanların ilk aşaması, çömez papaz.

Dinsel Bilge (Yun. Πατέρες), Dinî konularını gayet iyi bilen ve bu konularda inanlara yol gösterebilen aydın kilise bilgelerine verilen ad.

Dinsel Müdür, Dinsel ve halkçı olgular geliştiren herkurumun maneviyat ve dinsel olgularla alakalı tüm sorunlardan sorumlu müdür.

-E-

Efharistirya Paraklisi (Yun. Ευχαριστήρια Παράκληση), Teşekkür duası. Bir Azize hitaben yapılan duaya verilen ad.

Efheleo (Yun. Ευχέλαιο) , Rahibin kutsayıp yağı aziz yağa çevirdiği dinsel sır veya ayin. Aziz yağa bürünen her mutekit sağlığını bulur veya Allah’ın nimetini alıp günahlarından arınır.

Eksodos, Tevrat’ın Kitaplarından biri.(Mısır’dan Çıkış)

Eksoklisi, Herhangi bir cemaat yöresine ait olmayıp kentlerin dışında, kırsal bölgelerde inşa edilen küçük kiliselere verilen ad. Bknz. Allah Oğlu İsa’nın Kilisesi

Erimites, (Yun. Ερημίτης çoğ. Ερημίτες), Issız bölgelerde yaşayan monahos. Bknz. Monahos.

Evangelistis= İncilin yazarlarına verilen san.

Evreus, Aziz Pavlos’un [*] Musevilere yönelik yazdığı mektup.

-F-

Fariseos, Serbest meslek sahibi Musevilerin teşkil ettiği halk hareketinin üyesi. Fariseos’ların yaşam özelliklerinin temelinde: kanunlara uymak ve uygulamak, Musevi geleneklerine bağlı olmak, çevrelerine bağımlı dini görevlerini mutlaka yerine getirmek, vardır.

-G-

Geron (Yun. Γέρον) dinî konularını gayet iyi bilen ve bu konularda inanlara yol gösterebilen aydın kilise bilgelerine verilen ad.

-H-

-I-

-İ-

İkon (veya İkona Yun. εικόνα), Azizleri veya dinsel bir olguyu imgeleyen dinsel resimler.

İkonostasio, Hıristiyan evlerinde bulunan ve ikonaları barındıran özel yere verilen ad.

-J-

-K-

Kominyon alma, (Yun. Θεία Κοινωνία), Kudas Ayin’i süresince Allah Oğlu İsa’nın vücudu ve kanına dönüşmüş ekmek ve şarabı almak.

Kendini Allah’a bağışlayan (Yun. Όσιος), Dinin tüm vecibelerini yerine getiren, kendisini dine ve Allah’a adayan kişilere verilen san. Hıristiyanlıkta adları Kilise tarafından anılan tüm azizlere bu san bağış olunur.

Kolibidra (Yun. Κολυμβήθρα), Vaftiz ayininde yeni mümini suya koyulan özel kaba verilen ad. Vaftiz kazanı.

-L-

Litaniya (Yun. Λιτανεία), Halk ve ruhban sınıfının beraberce yerine getirdikleri dinsel geçit. Dinsel geçit ya kilise içerisinde ya kiliseden kiliseye ya da bir oturum merkezinden diğerine doğru yapılır (Bknz. Allah oğlu İsa’nın Kilisesi). Törenin amacı bir Azizi anmak yada herkesi etkileyen bir olumsuz olguya karşı Allah’ın yardımını dilemektir.

Lukas = Aziz Lukas Evangelistis [*], İncil’in üçüncü bölümünün yazarı.

-M-

Markos= Aziz Markos Evangelistis [*], İncil’in ikinci bölümünün yazarı.

Martiras (Yun. Μάρτυρας) Şahadet, Şahit veya şehit. Hıristiyanlığa inandıklarından dolayı öldürülen kişilere verilen san.

Martiras Theodoros, Hıristiyan dinine ilk katılanlardan Roma kralı Dioklitianos (284 – 305) döneminde yaşamış Rea mabedindeki putları yaktığından dolayı işkenceye tabiî tutulduktan sonra ateşe atılarak öldürülmüştü. Adı 17 Şubat gününde kutlanır.

Matheus= Aziz Matheus Evangelistis [*], İncil’in birinci bölümünün yazarı. Havarilerden biri.

Miromeno (Yun. Άγιο Μύρο, Agio Miros[*]), İlahi güzel kokular çıkarma işlemi.

Monahos (Yun. Μοναχός), kendisini Allah’a bağışlayan Hıristiyan. Hayatı dinin tüm vecibe, öğretilerini yerine getirmek ve Allah’a yakarmakla geçiren kişilere verilen san.

-N-

-O-

Ortodoks Kilisesi, Kilisenin resmi kararlarına ve öğretisine uygun Allah’a doğrucu yaklaşımla inanan Hıristiyanların tümü.

 

-Ö-

Ekümenik (Evrensel, Yun. οικουμενικό) üzerinde insan yaşayan her yer.

Ekümenik Patrik, Tüm insanlığın tanıdığı Patrik. Hıristiyan âleminde bu sıfatı yalnızca İstanbul Patriği alabilir.

Ekümenik Sinodlar, Kiliseyi alakadar eden ciddi konuları veya doğmaları tartışmak ve karar almak için tüm dünya piskoposların yer aldıkları toplantılara verile ad.

-P-

Paraklisi, Bknz. Efharistirya Paraklisi.

Petrahili, Dua esnasında rahiplerin mutlaka takması gerektikleri giysilerinden biri. Günah çıkarmak isteyen her Hıristiyan pişmanlığının simgesi ve Allah’tan bağışını istemesi için, dua esnasında başını petrahilinin altına sokar. Ruhbanın dua atkısıdır.

Peygamber Elis, MÖ. 9cu Y.Y. yaşamış Peygamber. Tevrat’a göre birçok mucizeler yapmış ve putperestliğe karşı büyük direnç göstermişti. Kral İsrail’in dini danışmanlarındandı. Adı 14 Haziranda anılır.

Praksis Apostolon, İncil’in kitaplarından biri.

Proskinima (İkonalara), Mutekitlerin ikona’da resim edilen Azize saygılarını gösterme amacıyla, ikona önünde saygıyla eğilip (veya diz çöküp) haç çıkarma işlemlerine verilen ad. Bknz. İkona

Proskinitario, Basit veya sanatsal yapıya sahip tahta veya mermerden işlenen kilise gerecine verilen ad. Gerecin üstüne, mutekitlerin ibadeti için Allah oğlu İsa’nın veya Azizlerin İkona’ları [*] yerleştirilir.

Protopresviteros, Evli rahibin ulaşabileceği en yüksek aşama sırası.

Psalmodiya, Allah’a ezgili ilahi Okumak.

 

-R-

Romalılara, Aziz Pavlosu’un [*] İncil’e geçmiş Romalılara hitaben yazdığı açık mektuptan (Yun. επιστολή) alınma.

Ruhî (veya ruhsal) Dua, Hıristiyanların inancına göre duanın üç mertebesi vardır:

a)Mekanik olarak ağzımızdan gerekli kelimeli çıkararak yapılan dua, b)Söylenen kelimelerin anlamını kavrayarak akıl ve ağızla yapılan dua, c)Söylenen kelimelerin anlamını kavrayıp onlara inanarak (kalpten gelen sevgiyle) yapılan dua. Bu en yüksek mertebedeki duaya Ruhî Dua deyiyoruz.

Ruhi çevre, Aynı ruhî deneyimler ve ihtiyaçları paylaşan birbirlerine yakın kişilerin oluşturduğu dost gurubu.

Ruhî Kolimbidra, Aziz’lerin naaşlarını bulunduran özel yerlere verilen addır. Hıristiyan inançlarına göre bu yere giren her insanın manevîyatı artar, kendisini yeniler. Bknz. Kolibidra.

-S-

Sevasmiyotate, Saygı değer anlamını taşır. Metropolitlere verilen sandır.

Sevgi ayini, sevgi bayramı, Paskalya gününün ikindi duasına verilen addır.

Sofia Sirah, Tevrat’ın kitaplarından biri.

-Ş-

-T-

Temiz Sır (Yun. Άχραντα Μυστήρια, Ahranda Mistirya), bknz. Komünyon.

-U-

-Ü-

-V-

Vaia yortusu, Paskalya öncesinin Pazarı. Allah Oğlu İsa’nın Kudüs’e şeametli girişi kutlanır (Dallar Pazarı).

Vaktini almak (rahiplere hitaben), Dini görevlerini yerine getirmek için ruhban sınıfının yaptığı hazırlıklara verilen ad.

Vassilios (Büyük), Büyük bir olasılıkla 330’da Karadeniz’in (Pondos’un) Neokesaria(Niksar) kentinde doğmuş, Kesariya (Kayseri), Konstandinupoli (İstanbul) ve Atina’da felsefe, tıp eğitimi gördükten sonra Andiohia (Antakya) da din eğitimi gördükten sonra Hıristiyanlığı kabul etmiş ve 370 tarihinde Kesariya (Kayseri) yöresinin piskoposu olarak atanmıştır. O tarihten sonra tüm varlığını güçsüzlere dağıtmış ve kendini Hıristiyan dinine adamıştır.

Bilge kişiliği ile Anadolu yöresini kapsayan geniş bir bölgeye din bilgisini yaymış ve Hıristiyanlığı sosyal yaşama geçirebilmişti.

378’de 48 yaşındayken hayata gözlerini yummuş ve 1 Ocak 379’da toprağa verildiğinden adı 1 Ocak’ta anılmaktadır. İanesi ve sosyal yaşama verdiği kamu hizmetlerinden dolayı Ortodoks Hıristiyanlar onu “Noel Baba” olarak anarlar.

-Y-

-Z-

Zigavinos Eftimios, İstanbul’un Perivlepou Manastırında 11 ve 12 Y.Y. yaşamış din adamı (Bknz. Monahos). Kutsal yazıtlara geçmiş diğer Hıristiyan mezheplerine karşı yazılar bırakmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

27 Mayıs Rus Aziz İoannis’in Hayatı ve Mucizeleri