Filotheu Manastırı’nda
Aynı günün akşamına doğru Filotheu Manastırı’na vardık. Çok sempatik, bakımlı ve özenli bir manastır. Etrafı özenle bakılan ve ilgilenilen bahçelerle dolu, geçenler susuzluğunu gidersin diye yapılmış bir çeşme var ve bu çeşmenin içi çok güzel mozaiklerle süslenmiş. Girişi de ayrı güzel bu manastırın, canlı renklerle boyanmış, insana güzel bir yere girdiğihissini uyandırıyor. Manastıra girerken ana kapıdan karşımıza ilk çıkan yapı katholiko (bir manastırın merkezi kilisesi), koyu kiremit rengine boyanmış. Βu renge AyionOros’ta sık rastlıyoruz. Ciddi, asil ve bakanda saygı duygusu uyandıran bir renk. Bu çok güzel kilise, Bizans ikonografisinin bir şaheseri olan “Glikofilusa Meryem Ana’’ (Glikofilusa, Yunanca’da ‘tatlı öpen’ anlamına gelmektedir) ikonasına ev sahipliği yapıyor. Tüm yaratılışın tatlılığını içinde barındıran bu ikona aynı zamanda mucizevi. Anne şefkatini tüm yüceliğiyle yansıtıyor.
Bu manastırın da misafirperverliği takdire şayandı. Arhondaris (misafirlerle ilgilenen keşiş) bizim için yağ lambasını yaktı, sobaya birkaç odun parçası attık ve alev aldı. Hücrede güzel bir atmosfer oluştu. Yataklarımıza uzandık ve Dimitris ile sohbet etmeye başladık. Sürekli ilk gün yaşadıklarımızdan ve yine o gün öğrendiğimiz gerçeklerden bahsettik. Dışarıda rüzgar hızla eserken ilk kar taneleri de düşmeye başlamıştı. Muhabbet ederken uykuya daldık ve aniden uluma sesleri gelmeye başladığında sanırım gece yarısıydı. Bu sesler büyük ihtimalle çakallardan geliyordu, baş yanımın hemen üzerindeki pencere de hızla sallanmaya başladı.
Aklıma gelen ilk şey şeytan oldu. Acaba camı böyle çarpan o mu, uluma sesleri de ondan mı geliyor diye düşündüm. Şimdi bana görünecek ve kalp krizi geçireceğim dedim kendime. Kalbim göğsümden dışarı fırlayacak gibi atıyordu. O kadar çok korktum ki gözlerimi pencerenin olduğu yere çevirecek gücü ve cesareti kendimde bulamadım. Rüzgar şiddetlenip camı daha fazla titrettikçe benim de korkum aynı oranda artıyordu. Neredeyse tüm gece günün doğması ve çilemin son bulması için yalvardım.Yalnız sabah biraz sakinleştim ve uyuyabildim, fakat uyandığımda karşımda duran manzara gece başıma gelenlerin telafisi oldu. Her şey bembeyazdı. Tüm gece boyunca tipi vardı ve karın yüksekliği abartısız bir metreye yetişiyordu. Çan kulesi, kilisenin kubbeleri, bahçeler, her şey beyaza bürünmüştü. Kar, planlarımızı değiştirdi ve hava düzelene kadar bu manastırda kalmak durumundaydık, dört gün boyunca. Bu dönemde manastırın başrahibi çok mübarek ve nur yüzlü bir şahıstı, Muhterem Peder Efrem. Bu sayede onun hayır duasını ve takdisini de almış olduk.
(Y.Kocabas’ın “Tibet’ten Ayion Oros’a” adlı kitabından alıntıdır)