Yaşam ağacı
RAB Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Adem’i oraya koydu. Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçenin ortasında yaşam ağacı ile iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı.(Yaratılış 2, 8-9) RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu. Ve ona, “Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu, “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”(Yaratılış 2,15-17)
Sevgili okuyucum, yaşam ağacı, iyi ve kötüyü bilme ağacı neydi, şimdi öğrenmenin zamanı.
Yaşam ağacının günümüzde hangi ağaca benzediğini bilmiyoruz. Sadece, diğer ağaçlar gibi gövdesi, dalları ve yaprakları bulunan bir ağaç olduğunu ama cennetin tam ortasında, Tanrının olağanüstü bir lütufla donattığı, harika ve eşsiz bir güçle meyve veren bir ağaç olduğunu biliyoruz.
Bu olağanüstü ve eşsiz lütuf ve güç neydi? Meyveleri yiyen ölümsüzlüğe kavuşuyordu. İlk yaratılanlar (atalarımız Adem ile Havva) bu meyvelerde bedensel ölüme karşı ölümsüzlük ilacını bulmuşlardı. Çünkü Tanrı onları ölümsüz olarak yaratmıştı ancak ölümsüzlük onların hür iradelerine bağlıydı. Ölümsüz kalıp kalmayacakları ve hiçbir zaman ölümü görüp görmeyecekleri onlara bağlıydı. İtaatkarlık gösterip kendilerini günahtan korumaları halinde, yaşam ağacının meyvelerini yiyerek alacakları güç ve lütufla ölümsüz kalacaklardı.
Belki bana maddi meyveleri olan bir ağacın insan bedenini ölümsüzlük içinde nasıl koruyabilecek bir güce sahip olduğunu sorabilirsiniz. Ben de size o ağacın ölümsüzlük gücüne elbette tek başına sahip olmadığını söyleyeceğim. Kendi başına bu kadar harika ve şaşırtıcı bir niteliğe asla sahip olamazdı. Hayatın kaynağı, yaratıcısı Tanrı’dır. Emriyle her şeyi veren ve her şeyi yapan Tanrı, bu ağacın meyvelerinin ölümsüzlük yiyeceği olmasını emretti. Bu yiyecekle insan bedeni Tanrı’nın yarattığı bozulmazlık ve ölümsüzlük durumunda kalacaktı! Peki şimdi ne dersiniz? Madem Tanrı böyle bir şey buyuruyordu, gerçekleşmemesi mümkün müydü? Ve Tanrı, ağaca bu gücü verdikten sonra, o ağacın bu güce sahip olmaması muhtemel degil miydi?
Çocuğunu kaybetmiş bir anne, “o meyve bende olsaydı da çocuğuma yedirseydim, o da ölmeseydi”, siyahlara bürünmüş kadın, “keşke ölümüyle beni kimsesiz bırakan genç kocamı mezarının ağzından kurtarmaya yetecek bu meyveden satın alabilseydim” diye bağırırdı! Tüm insan ırkı “bana eziyet eden ve beni tepeden tırnağa acı gözyaşlarıyla vuran, bana acı gözyaşları döktüren bu kara ve korkunç tiranı -yani ölümü- hükümsüz kılmak için bu ölümsüzlük ağacının meyvesini, bu ölümsüzlük ağacını hiçbir yerde bulamıyorum” diye inliyor.
Mübarektir Tanrımız kardeşim. Adem’in düşüşünden sonra sonsuz merhameti ve iyiliği nedeniyle yaşam ağacını bizden aldı ve bize onun yerine sonsuz ve kutsanmış yaşamı armağan eden yaşam ekmeğini verdi. İnsanın yaşamı günahtan sonra nasıl dönüşüme uğradıysa, Tanrı bunun şimdi mahrum, acı ve iç çekişlerle bir yaşam olduğunu gördü ve “En iyisi bu yaşam eksik olsun. İnsan yaşamı elli, altmış, yetmiş, hadi en fazla yüz yıl olsun ve sonra, bu lanet sürgün yerinden ayrılsın” dedi. Böylesine ceza ve acı dolu bir yaşamı sonsuza dek yaşamak korkunç bir işkence olurdu. Öyleyse insanlar ölsün, bir şey fark etmez. Ama onlara başka bir ölümsüzlük ilacı, bir kadeh gerçek yaşam vereyim ki, Göklerin kutsal ve sonsuz yaşamını armağan edeyim ve zamanı geldiğinde mezarlarında çürüyen bedenleri görkemle dirilsin. Aden Bahçesi’ndeki bu ağacın görüntüsüne, tipine ve gölgesine, bu ilaca, günümüzde Yaşam Ekmeği deniliyor. Sevgili okuyucum, bunun kim olduğunu biliyor musun? O, İsa Mesih. Tanrı-İnsan Kurtarıcımızın saygıdeğer ve tertemiz bedeni ve Kutsal Kanı.
Hayatın susamış ve aç yolcuları, dinlenmeyi arayan ve onu bulamayan, ölümsüz yaşamayı arayan ve onunla hiçbir yerde karşılaşamayan sizler, Bakirenin ve Tanrının kutsal ellerinde tuttuğu Yaşam kasesinden alınız, yiyiniz ve içiniz. Ama Yahuda gibi kirli ve günahtan ruhu kararmış bir kalple yiyip içmeyiniz.
Acınası, sefil halini hissederek sağlığını bulmak için istekle doktora giden ve onun talimatlarına kendisini uyduran hastalar gibi derin pişmanlık ve alçakgönüllülük ile yiyiniz ve içiniz. Bu kurtuluş ilacını kabul edebilmesi için öncelikle ruhunuzu gerçek tövbeye hazırlayarak yiyiniz ve içiniz. O zaman Mesih içinizde yaşayacak! Mesih ikinci gelişinde görkemle ve şanla göründüğünde, o zaman siz de “O’nunla yücelmiş olarak görüneceksiniz!” (Koloseliler 3:4).
İyiyi ve kötüyü bilme ağacı
Bazıları iyiyi ve kötüyü bilme ağacının incir ağacı olduğunu ve yasaklı meyvenin de incir olduğunu söyledi. Bu fikri, ilk yaratılanların günaha düşmelerinden sonra çıplak olduklarını anladıklarında çıplaklarını örtmek için incir yapraklarını dikip kendilerine önlük yapmalarına (Yaratılış 3:7) dayandırıyorlar. İncir ağacı geniş yapraklara sahip geniş ve kalın olduğundan, amacına uygun bir şekilde rahat kullanım sağladığı için ilk yaratılanlar büyük ihtimalle bu ağacı tesadüfen seçtiler ve onların bu tercihi üzerinden hiçbir şey kanıtlanamaz. Yani, bilgelik ağacının incir ağacı olduğu fikri hiçbir yerde destek bulmadığı gibi gerçek ve değerli bir temeli yoktur.
Peki, bu iyiyi ve kötüyü bilme ağacı hangisiydi? Bilmiyoruz. Bu ağaç hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadığımız gibi yaşam ağacı hakkında da bir şey bilmiyoruz. Sadece üzerinde meyveleri bulunan bir ağaç olduğunu biliyoruz. Ayrıca onun neden iyiyi ve kötüyü bilme ağacı olarak adlandırıldığını anlayabiliyoruz. İnsanlar ondan yiyip bazı faydalı ve kurtuluşlarıyla ilgili bilgiler edinecekleri için böyle adlandırılmamıştı, tam aksine! Eğer öyle olsaydı Tanrı Adem ile Havva’ya neden meyvelerini yemesini yasaklamıştı ki?
Tanrı, o ağacın meyvelerinden yemelerini yasaklamasıyla Adem ile Havva’ya Kendisinin iradesini öğretecekti. Tanrı’nın emrini yerine getirerek O’nun iradesinin ne kadar iyi ne kadar yararlı, ne kadar kurtuluşla ilgili olduğunu anlayacaklardı. Aynı şekilde, Tanrı’nın emrine itaat etmemenin ne kadar yıkıcı ve zararlı olduğunu anlayacaklardı. Böylece bu ağaç, iyinin insana verdiği mutluluğu ve neşeyi tatması, mümkün olduğu kadar Tanrı’ya benzemesi, sadece iyilik hakkında değil kötülük hakkında da daha fazla bilgi sahibi olması için ilk yaratılanların kendilerini mükemmelleştirmeleri ve iyiye güvenmeleri için bir fırsat olacaktı. Ama deneyimsel olarak kötülük nedir bilmeyeceklerdi. Kötülükle hiçbir ilgisi olmaksızın, en kutsal olan Tanrı’nın her şeye egemen olduğu gibi onlar da her şeyin bilgisine ulaşacaklardı. Bunu deneyimsel olarak bilme anlamında değil – böyle bir küfürden uzak – ama teorik olarak bilgisine sahip olarak.
Bir doktor, striknin ve arseniğin korkunç zehirler olduğunu bilir, ancak öleceğini bildiği için kendisi bunları hiç denememiştir. İlk yaratılanlar kötülüğe dair böyle bir bilgi edineceklerdi. Bunu denemeden ve tatma deneyimi yaşamadan, nasıl bir sefaletin ardından geldiğini ve insana nasıl bir yıkım getirdiğini çok iyi öğreneceklerdi.
Ama Adem kandırıldığı vakit, o bilgelik ağacından yemiş olsa -ki bu gerçekten de yaşandı- ne olacaktı? O zaman bahsettiğimiz bu bilgiyi almayacak mıydı? İyiyi ve kötüyü bilmeyecek miydi? Ah, ne yazık! Bunu elbette bildiği gibi bilecekti ama ters ve çok zarar verici bir şekilde. Peki neden? Çünkü elindeki iyiliği kaybedecek ve artık kötülüğün ne olduğunu deneyimleyerek yaşayacaktı. Yani onda ne kadar ıstırap olduğunu ve insana nasıl yıkım getirdiğini bilecekti. Zaten böyle de oldu. İlk yaratılanlar o meyveden yediler ve Tanrı’nın onlara sunduğu masumiyet, tattıkları mutluluk hemen ellerinin arasından kayboluverdi. İşledikleri günahın yarattığı kötülük yüzünden sefalete ve denenmeye tabi tutuldular. Nasıl ki sağlıklı bir birey hastalık kendisini ele geçirdiğinde, acı ve eziyet çektiğinde sağlığının en büyük lütuf olduğunu daha iyi anlıyorsa, ilk yaratılanlar da aynı acıları çektiler. Mutluluklarını kaybettiler, sefalet denizine düştüler. Şimdi cennetten ve mutluluk diyarından çok uzakta yas tutuyorlar. Bilgeliği Tanrı’nın kendilerine gösterdiğinden farklı bir şekilde elde etmek istedikleri için bedelini ne kadar ağır ödediler! İyiyi ve kötüyü bilme ağacı, fedakarlık ve yas olmadan elde edecekleri iyilik ve kötülük bilgisini onlara ne kadar da kötü bir yöntemle öğretti!
Teologi Profesörü P.Trembelas